Millilerimiz dört gün içinde iki maça çıktılar. Bu karşılaşmalara bir oyuncumuz sabit olmak üzere 21 farklı farklı isimle başladık, biri on kişi kalmış rakip olmak üzere hiç gol atamadık, bir beraberlik bir de yenilgi ile sahalardan ayrıldık.
Bu durumu anlamak için önce bir soru ile başlamak gerekiyor.
“Aynı oyunu farklı isimlerle mi oynamaya çalıştı Millilerimiz?”
Bunu bir taraftan düşünmeye devam ederken ikinci devre üst üste olan iki pozisyonu hatırlayalım.
İlkinde Yusuf ile Cengiz’in orta alanda paslaşmaları var; Cengiz kendini boşa çıkarıp sağ taraftan koşuya başladığı sırada Yusuf’un yapması gereken şey topu Cengiz’in önüne yuvarlamaktı. Sonrasında Cengiz’in önünde kaleciye kadar Çukurova benzeri geniş bir alan görülüyordu. Oysa topu eveleyip, geveleyince iki Sırbistanlı oyuncu kendisine basıp pozisyonun oluşmasını engelledi. Cengiz orada öylece kaldı.
İkincisi bir sonraki ataktı; Ozan üçüncü bölgedeki boşluktan yararlanıp, topu sağ tarafta tek başına duran Cengiz’in önüne çok güzel bir ara pası ile yuvarlarken, Cengiz bir önceki pozisyonun öğrenilmiş refleksinden de olacak hareketlenmede bir an tereddüt yaşadığı için bu çok uygun pozisyon başlamadan sona erdi.
Çok tercih ettiğim bir yöntem değildir ancak kimi yazılar vardır, güncelliğini belki bir ömür boyu korur veya bir durumu, olayı, olguyu kişiyi anlatmanın en iyi yolu o yazı olmuştur, bu nedenle tekrar tekrar da okumak gerekir.
5 Ocak 2012’de “Fenerbahçe’de Emre Belözoğlu olmak”(*) başlıklı bir yazıdan uzunca bir bir alıntı yapacağım. Yazıyı okuduktan sonra bence linke tıklayarak tamamını okumanızı da tavsiye ederim.
***
Orduspor-Fenerbahçe maçını izlerken zaman zaman kendimi futbolcuların yerine koymadan edemedim. Hangi pozisyonda görevini yapamayan futbolcu varsa onun yerine geçtim, oynadım.
“Ben olsaydım, o topun peşini bırakmazdım.”
“Sonuna kadar mücadele ederdim.”
“Önümden geçen topa öyle bakmazdım.”
Sezon kapandı; Emre Belözoğlu aktif futbol yaşantısına noktayı koydu. Onunla ilgili değerlendirmeyi hafta içine bırakmak istiyorum, belki özellikle Fenerbahçe’de oynadığı dönemde kaleme aldığım yazılardan da birkaç küçük alıntı yaparım.
Fenerbahçe sezona büyük umutlarla başladı, çünkü iyi de transferler yapmıştı; ama ligi geçen seneden de kötü bir yerde tamamladı.
Bir önceki sezon başarısız olan kadroda kimi futbolcular sorumlu gösterilmiş, gönderilmiş, yerine bunlar alınmıştı. Şimdi bunların da değeri azaldı; büyük çoğunluk bu takımın Fenerbahçe’nin futbolcusu olmadığını falan da düşünüyor olmalı, yeni kurbanlar bekleniyor.
Aynı şey teknik yönetimler için de geçerli; iki senede Fenerbahçe sahaya beş farklı teknik direktör ile çıktı.
Seneye neler yaşanacak bugünden kestirmek kolay değil; ancak yapılmaya çalışılan transferler konusunda medyaya yansıyan isimlerin fazlasıyla iyi olduğunu söylemek mümkün...
Ama hep aynı yere gelip duruyoruz; nasıl oynayacak bu takım?
Dünkü maçtan size bir iki pozisyon hatırlatacağım.
Serdar Aziz topu Dirar’a veriyor, Dirar topu aldığında ileriye ve yana doğru tüm pas kanallarının Rizesporlu oyuncular tarafından kapatıldığını görüyor. O
Yeni Yönetim iktidarı devralırken genel olarak söylemi, Fenerbahçe’nin sportif anlamda başarısızlıkları, eski yönetimin içiyle dışıyla olsun iletişim sorunları üzerineydi.
O zamanki yönetimin futbol aklının günübirlik kararlarla; doğru transfer yapmasını bilmediği, bunu yapacak donanıma da sahip olmadığı sıklıkla eleştiriliyordu.
Son yıllardaki vasat hatta çöp niteliğindeki futbolcu transferlerinin üzerine bir de savunma ağırlıklı futbol anlayışı olan, dikine oynatmasını beceremeyen Aykut Kocaman(!) gerçeği de eklendiğinde Fenerbahçe’nin sorununun genel çerçevesi de çizilmiş oluyordu.
Bugün Fenerbahçe Yönetiminde bulunan ve futbolla ilgisi olan hemen hemen tüm üyelerin o zaman Aykut Kocaman’ı hedef alan, eleştiren hatta hakarete varan en az bir adet yorumu, açıklaması ve tweeti bulunduğunu biliyoruz.
Sanki bu tweetler zamanında Yönetimsel ayrışmanın belirleyicisi gibi işlev görmüştü.
Sn. Ali Koç göreve geldiğinde “yerli hocaya karar verirsek bu Aykut Kocaman olacaktır” açıklamasına rağmen yönetimindeki tüm arkadaşlarının Hoca’ya tamamen karşı olması ülkemizin tuhaf gerçeklerinden biri olarak kayıtlara düşmüştür.
Biz burada hafızamızı tazeleyelim sadece, konumuz
Sezon tamamlandı sayılır; şampiyon belli oldu, sadece düşecek son iki takım için önümüzdeki hafta oynanancak.
Başakşehir şampiyon!
Şimdi şöyle bir hayal kuralım.
Mesela şu Başakşehir takımının tamamı Fenerbahçe’de olsaydı; Fenerbahçe taraftarı bu kadrodan memnun olur muydu? Kaç futbolcu için kaç hafta vasat, çöp “trend topic” açılırdı.
Mehmet Topal kaç sene Şükrü Saracoğlu’nda ıslıklandı hatta yuhalandı?
34 yaşındaki futbolcu bu sezon Başakşehir forması altında 30 maç oynanmış, 18 adedi ilk 11’de…
Meselenin buralardan başlamadığını anlamak için seneler kaybedildi, heba oldu. Hâlâ da kaybedilecek sezonlar olduğunu tahmin edebiliyoruz, biliyoruz.
Fenerbahçe armasını taşıyan futbolcusunu ıslıklıyor, yuhalıyor taraftarı.
Yaklaşık 40 dakika önce sonuçlanan maç Fenerbahçe’ye puan sıralamasında Galatasaray’ın üzerine çıkma şansını ayağına kadar getirmişti. Aslında bu geçen hafta için de nispeten geçerliydi, sıralamayı değil en azından puan eşitliğini sağlayacak bir durumdu; sarı lacivertli arma bu fırsatı bir kere daha tepti.
Sivasspor sezonun ilk yarısını puan farkıyla lider tamamlamıştı; hatta elindekini doğru kullanabilse bugün hala şampiyonluk potasında bile kalabilirdi ama Rizespor, Gaziantep FK, Başakşehir, Trabzonspor serisinden sadece 2 puan çıkarınca momentumunu kaybettiği gibi motivasyonu da azaldı.
Her şeye karşın Fenerbahçe galibiyetiyle sezonu ilk üç sırada tamamlanma, Trabzonspor’un durumuna göre Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme oynama şansını devam ettirdiğini söyleyebiliyoruz.
Fenerbahçe’nin rakibi kim olduğunu anlamak için bu detayı hatırlatıyorum.
Fenerbahçe bu sezon Başakşehir’ı bir kenara koyarsak, puan cetvelinde üzerinde olan takımlara karşı hiç başarılı olamadı, maç kazanamadı. Başakşehir’in şampiyon
Her yerde okuyacaksınız ama bunu tarihe herkesin not olarak düşmesi gerekiyor.
Emre Belözoğlu;
1990’larda vardı
2000’lerde vardı
2010’larda vardı
2020’de hâlâ var ve gol atmaya devam ediyor.
Üstelik futbol seviyesi hiç değişmedi, en üst düzeyde başladı; kariyerinde önemli Avrupa takımlarında top koşturdu ama düşmedi.
Dün Fenerbahçe’nin ilk devresi darmadağınıktı. En basitinden bırakın takım oyununu top kontrolü yapamıyordu.
Sezonun genelinde Fenerbahçe’nin futbol aklı, oyun bilgisi üzerine sıklıkla düşündük ve konuştuk; biraz da futbolcuların bireysel durumları ve yetenekleri üzerine konuşalım.
Bu maçta öne çıkan ilk oyuncu bana göre Altay’dır.
Türkiye’nin genel futbol bilgisi hücum etmek ve gol atmak üzerine kurulmuş olsa da bu futbolun ülkemizdeki ilk yıllarından kalmış bir mirastır.
Alex Ferguson kitabında bunun altını çiziyor; takımlarımı savunmadan başlayarak kurarım diyor.
Fenerbahçe’nin son iki yıllık performansını da bu belirledi zaten.
Adına “şanssız yenilen goller” denilse de takımın savunma zafiyetleri ön plandaydı.
Savunmanın en geri hattında duran Altay’ın bu sene gösterdiği performansında inişli çıkışlı bir grafik olsa da özellikle sezonun ikinci yarısından itibaren belirgin bir yükseliş görüldü.
Fenerbahçe’nin galibiyetle tamamladığı Kayserispor, Yeni Malatyaspor ve son olarak dün geceki Göztepe karşılaşmalarında atanlardan çok Altay’ın performansının etkili olduğu da bir gerçekti.