Galatasaray’ın özellikle ilk yarıda girdiği pozisyonlara bakıldığında bu maçı kaybetmiş olması sürpriz bir sonuçtur. İkinci yarıda oynadığı kaotik futbola göre normal bir yenilgidir.
Fatih Terim’in ceza almasına neden olan Orduspor maçı sonrasında yazmıştım Galatasaray niteliğindeki bir takıma telaş, gerilim, karmaşa yakışmıyor.
Uzunca bir süre sonra tek forvetli kadro tercihi ile çıktı sahaya Galatasaray, muhtemelen Almanya’daki maçın provası niteliğinde, belki kendisini izleyenleri yanıltmak için taktiksel bir değişiklik de yapmış olabilir, bilemiyoruz.
Tek forvetle çıkınca sanki gol atmanın daha güç olacağına ilişkin ilginç bir düşünce var futbol dünyamızda; oysa orta alanda oynattığınız futbolcuların niteliğine göre forvetsiz oynarken bile sayısız gol fırsatı yakalayabilir ve bunları gole çevirebilirsiniz.
Öyle de oldu. Çünkü Galatasaray’ın orta alanında da fazlasıyla kaliteli ayaklar var.
Fatih Terim, Amrabat çelişkisinden kurtulsa hayatı o kadar kolaylaşacak ki; ama yapamıyor. İlk yarıdaki etkili oyuna karşın sonuç alamadığı için Emre’yi çıkarıp yine Amrabat’ı soktu ve Gençlerbirliği’nin etkinliğini daha da artırdı. Kolay değil, Sneijder’dan bir milyon euro daha
Napoli’ye beş gol atan takım reklamıyla ülkemizde ünlenen Victoria Plzen’e ilişkin karşılaşma öncesinde yapılan yorumlar öylesine bir seviyeye getirilmişti ki Fenerbahçe’nin Real Madrid ya da hadi biraz yumuşatalım Atletico Madrid ayarında bir takımla oynayacağı havası oluşmuştu.
Napoli’nin kendi ligindeki pozisyonu unutulmuş, İtalyan takımının bütün konsantrasyonunu şampiyonluğa veya en azından Şampiyonlar Ligi’ne yöneltmiş olduğu atlanmıştı.
Çek takımını asla küçümseyecek durumda olamayız ancak Fenerbahçe’nin kalitesini fark edebilmek, ayırt edebilmek için de son bir aydır bu takımın neler yaptığını görmek gerekiyor.
Kuşkusuz Fenerbahçe’nin bu oyunu şimdi Victoria Plzen’inde “köy” takımı olduğu yönünde yorumlara neden olacaktır. Normaldir çünkü futbol böyle oynandığında her takımı sıradanlaştırabilirsiniz.
Hafta sonu derbide oyunun büyük bölümünde topla bir şeyler yapma yeteneğindeki takımdı Fenerbahçe, Trabzonspor deplasmanından neredeyse güle oynaya dönmüştü. Sezonun başından bu yana yapılmak istenen topa dayalı oyun anlayışı yeni transferlerin takıma oturması, dahası ileride gol bölgesinde bir kişi fazla oynamaya başlanmasıyla sonuca efektif olarak yansıdı.
Emre’n
Real Madrid mi yoksa Manchester United mı sorusunun cevabını bugüne kadar hep ilkinden yana kullandım; ancak ikincisinin yıllardır Alex Ferguson ile gösterdiği istikrar ve başarı çizgisini her zaman takdirle karşıladım, doğru bir model olduğu konusunda da düşüncelerimi paylaştım.
Salı gecesi Mourinho kendinden emin bir şekilde henüz karşılaşmanın son düdüğü bile çalmadan soyunma odasının yolunu tutarken, Alex Ferguson Cüneyt Çakır’ın maçı tamamlama düdüğü ile birlikte hakemimize parmağını sallayarak bu maçın sonucunu kendisinin tayin ettiğini ima eden bir hareket yapıyordu.
Her ne kadar Real Madrid’in tur atlamış olmasından memnuniyet duymuş olsam da İskoç teknik adamla aynı şeyi düşünüyor ve hissediyordum.
Cüneyt Çakır’ın Nani’yi saha dışına atmasının temel nedeninin hakemliğinin ne nerece etkili olduğunu göstermek olduğunu tahmin ediyorum.
Cüneyt Çakır’ın ve hakemlerimizin büyük bölümünün sorunu da bu işte.
Sürekli kendilerini ispat etme çabasındalar. Kafalarında her an bir hesap var. İradelerinin ne derece güçlü olduğunu gösterme kaygıları aslında bunun ne kadar zayıf bir temele dayanıyor olduğunun da işaretini veriyor bize.
Futbolda kırmızı kart genel anlamda
Tipik bir Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi oynandı. Böyle maçlarda nasıl oluyorsa gülen taraf Beşiktaş oluyor.
Fenerbahçe karşılaşmaya ne yaptığını bilen, sakin, pasa dayalı, kaliteli bir oyun anlayışıyla başladı. İlk 30 dakika Beşiktaş'a topu vermedi dersek yanlış bir yorum yapmış olmayız. Bu bölümde golü de buldu, ancak farkı arttıracak eyleme geçmedi.
Fenerbahçe'yi öne geçiren gol maçın dengeye gelmesine neden oldu.
Sow'un golünden sonra Fenerbahçe'nin ilk 30 dakikada oynadığı futbol, kazanma arzusunun şiddeti azaldı. Beşiktaş'ın topla birlikte hareketleri görünmeye başladı.
Bir başka şekilde Fernandes sahne aldı diyebiliriz.
Beşiktaş'ı bu sezon farklı kılan en önemli özellik kısa sürede rakip kaleye gidebilme ve orada yüksek etkinlik sağlama oldu. Fernandes, Olcay, Holosko sürekli hareket eden, kendisini takip eden savunmanın dengesini bozan futbolcular.
Fernandes'in kullandığı bütün duran toplar yüksek isabet oranıyla rakip kalede tehlikeye dönüşüyor.
Eşitlik sayısını getiren gol böylesine etkili bir duran top vuruşuyla geldi. Böylesine etkili duran top kullanabilen bir oyuncu varken Fenerbahçeli futbolcuların müdahalelerinden daha dikkatli olması gerekirdi.
UEFA’nın Fenerbahçe’ye vermiş olduğu iki çelişkili karar futbola ait gündemin içinde yine akıl karıştıran bazı şeyleri düşünmeye zorluyor bizleri.
Önce cezaya altyapı oluşturan “taraftar” olaylarını yorumlayalım.
Bate karşılaşması oynanırken bir anda stadyumun içine gökyüzünden paraşütle inen meşaleler görüldü. Muhtemelen spor tarihinde de bir ilk olmalıdır. Meşaleler saha içinde karışıklığa, tribünlerde de küçük çaplı yangınlara sebebiyet verdi.
Hakem maçı kısa bir süre durdurmak zorunda kaldı.
UEFA’nın gözlemcisi daha o dakika cezayı zaten kesmişti.
Açıkçası eğer bu fiil Fenerbahçe taraftarı veya Spor Kulübü tarafından organize edilen bir hareket olmuş olsa UEFA’nın verdiği ceza konusunda kimsenin söyleyecek tek bir sözü olamaz.
Şahsi fikrimi burada söyleme ihtiyacı hissediyorum, havai fişeği dışında, o da büyük bir zafer sonrasındaki kutlamalarda kullanılmak üzere, tribünlerde yakılan meşaleleri anlamsız buluyorum, görsel olarak da hiçbir keyif duymuyorum. Meşalelerin söndükten sonra ortamı kaplayan yoğun duman bulutu sahada olan biteni izlemeyi zorlaştıran sonuç olarak da ayrıca büyük sorundur.
Stadyumlardan kesinlikle uzak tutulması gerekiyor.
Galatasaray'ın oyun planı, oyuncu tercihleriyle ilgili çok önemli sıkıntıları var ve bu giderek daha da artıyor.
Fatih Terim geçen hafta Orduspor karşısında büyük sorunlar yaşamış olan kadroyu Eskişehir'de de denedi. Bunu anlamaya çalışabiliriz.
Nedir? Takımın birbirine uyum sağlaması beklentisi olabilir.
Ancak başka sorunları var Galatasaray'ın, mesele sadece uyum değil.
Sezonun dört önemli transferi; Hamit, Amrabat, Sneijder ve Drogba Galatasaray'ın bildik, alışıldık bütün oyun yapısını değiştirdiler. Onlar takıma girince, Emre, Elmander, Umut, Engin kulübeye çekildiler.
Şimdi Fatih Terim istese de bu oyuncuları oynatamıyor.
Galatasaray karşılaşmalar önde rakibi hataya zorlayan baskıyla başlar ve ilk 15 dakikada da bu sonuç alırdı. Kulübede oturan oyuncuların öncelikli görevleri buydu.
Galatasaray zaten çok rahat gole gidebilen bir takımdı, pasa dayalı, organize oyun da kurabiliyordu; stoper ve sol kanatta eksiği vardı. Sneijder ve Drogba öncesinde de belli bir taktiksel disiplin kurulabilmişti.
Pazar akşamı maçtan hemen sonra yayıncı kuruluş kameralarının karşısına geçen Kasımpaşa teknik direktörü Şota'nın çok ilginç açıklamalarını dinledik. Kendisine yöneltilen sorulardan farklı olarak, belki de yenilginin verdiği üzüntüyle birlikte sahada olan biten bazı özel durumları anlatıyordu.
İddiasına göre; Fenerbahçeli futbolcular kendisine ve oyuncularına ağza alınmayacak küfürler etmişti ve bunu hayatında ilk defa duyuyordu; keşke Türkçe bilmeseydi ve edilen küfürleri de duymasaydı.
Küfürle ilgili olarak da adres hemen bulunmuştu; Emre Belözoğlu.
Yayıncı kuruluş zaten olan biten her şeyi kaydetmişti.
Peki...
Şimdi neler olup bitiyor biraz kafa yoralım.
Geçen sezon Fenerbahçe'nin yarım puan ile şampiyonluğu kaybetmesi 3 Temmuz sürecinin sonrası için büyük bir başarıydı; beklenmedikti. Normal olan Fenerbahçe'nin parçalara ayrılması, dağılması; Fenerbahçe için yeni bir dönemin başlamasıydı.
3 Temmuz savcısı da benzer paralelde bir açıklama yapmıştı; 3-4 ayda unutulup, gündemden çıkacağını tahmin etmişlerdi.
Arena'da tam anlamıyla Galatasaray'ın çalıp oynadığı bir gösteri oldu. Önce sahalarda çok sık görülmeyen bir gol izletti bizlere Muslera, sonra Hakan Balta sanki antrenmandaymışçasına topu koluyla taşıyınca bir de penaltı oldu.
Devre biterken kimse gözlerine inanamıyordu, Galatasaray 2-0 gerideydi.
Bu iki golün hakemle, rakiple hiçbir ilgisi bulunmuyordu.
Sahada Orduspor diye bir takım yoktu. Maç boyunca da zaten olmadı. Böyle bir takıma karşı Galatasaray'ın maçı çevirmeyeceğini düşünmek futbolun temel mantığına, doğasına aykırıdır. Galatasaray yediğinden fazlasını atabilecek potansiyele fazlasıyla sahip bir takımdır.
Ancak hem devre arasında Fatih Terim'in gösterdiği tepki sonrası tribünlere gönderilmesi, hem de maç sonrasında Ali Dürüst'ün çıkıp farklı anlamlara gelebilecek yorumlarda bulunması Galatasaray'ın hala bu potansiyelinin farkında olup olmadığı ile ilgili soru işaretleri yarattı.
Galatasaray'ın teknik sorumlularının bu kadar agresifleşmesini anlamak mümkün değildir. Özellikle Fatih Terim kariyerindeki bir teknik direktörün paniğe kapılmadan, sinirlenmeden bu maçı ikinci yarı çevireceğini görebilmesi gerekiyordu.
Fatih Terim'in kadro tercihi ile ilgili