Günlerdir süren ateş hala sönmedi, alevlerin kavurduğu her köşeden içimizi acıtan görüntüler geliyor. Ateşin ortasına dalan isimsiz kahramanlar tek bir canlı kurtarmak için canları pahasına bir mücadele içinde. Bu arada da neden yangın söndürme uçağımız yok ya da THK’da var da niçin kullanılmıyor polemiği yüksek hararetle devam ediyor. Hem siyasi arenada hem de sosyal medya ortamında. Tabii orman yangınlarına müdahalede uçak mı yoksa helikopter mi daha etkin kıyaslaması da... Bu anlamda da helikopter kova ile su taşıyor oysa uçak tonlarca su boşaltıyor ya da helikopterin pervanesi ateşi körüklüyor, ateş topu halindeki kozalakları daha geniş alana yayıyor gibi tezler yine pik yapmış durumda. Hepsinde haklılık payı var ama her ikisinin de farklı konseptlerde kullanılması durumunda etkin olduğu da bir gerçek. Nitekim yardıma koşan ülkelerin yangın söndürme uçakları ve helikopterleri alevlerin üzerinde turlarken biz yine daha çok bu bildik hikâyeye odaklanmış durumdayız. Dolayısıyla deprem gerçekliğinde olduğu gibi orman yangınları, daha doğrusu afetinde de geçmişte yaşanan acı deneyimlerden ders çıkarmadığımız çok açık ve net. Çünkü evet bu kez bir anda birçok yerde başladı ve çok daha geniş bir alanı kavurdu, diğerlerinden farklı denilebilir ama ülkece içimizi yakan bu görüntülerin benzerlerini daha önce de yaşadık. Ve o zamanda yangın söndürme uçaklarının varlığını, yokluğunu tartışmıştık. Yani bu hikâye yeni değil. Ben de nerdeyse 40 yıldır süren bu tartışmaya tanık bir gazeteci olarak defalarca bu konuya değinmiştim. Mesela 1998’de Datça’daki büyük yangın nedeniyle Milliyet’in 28 Haziran 1998 tarihli nüshası “uyarıyoruz” vurgusuyla “Bu Yangın Sönmez... Orman yangınları başladı ama bir yangın söndürme uçağı almayı bile beceremedik” manşetiyle çıkmıştı. Sayfada da bugün hala tartıştığımız Kanada yapımı CL415 amfibik uçağın fotoğrafı vardı. Hemen yanında da şöyle deniliyordu:
“Orman yangınlarına karşı ülkemizde tekbir uçak yokken. İspanya’da 30, Yunanistan’da 46,Hırvatistan’da 14, İtalya’da 31 uçak nöbet tutuyor. Bunların bir kısmı denizden, bazıları karadan su alan ya da köpük atan uçaklar.”
Yani olması gerekenin hepsi başka ülkelerde mevcuttu. O gün konuştuğum CL215 ve CL415 tipi amfibik uçakların üreticisi Kanadalı Bombardier şirketinin Türkiye temsilcisi Ahmet Karahasanoğlu’nun bana anlattıkları da bizde olmamasının nedenini anlamakta yeterliydi:
“Bizim uçaklarla Datça yangınını 15 dakikada söndürürdük. Akdeniz şeridindeki tüm ülkelerde bu uçaklardan var. Türkiye’de ise bakanlık ne kiralama ne de satın alma önerilerimizi dikkate almadı.”
Bundan tam 2 yıl sonra Haziran 2000’deki yangınlarda yine söndürme uçağı konusu alevlendiğinde de “Bir uçak öyküsü” başlıklı yazımızda ise (24 Haziran 2000) yılan hikayesine dönen söndürme uçağı konusunu özetleyerek şöyle demiştik:
“Türkiye 15 yıldır yangın uçağını tartışıyor. Alsak mı, yapsak mı? Yoksa kiralasak mı?.. Öte yanda da ormanlar cayır cayır yanıyor. Son 10 yılda yitirdiğimiz ormanlık alan 129 bin 058 hektar...Yangın Koruma Daire Başkanlığı, bunun İstanbul’un Anadolu yakasıyla eş değer olduğunu söylüyor. Yani Boğaz ile İzmit arası kadar yer yanmış. Maddi zarar ise katrilyonlarla ifade ediliyor. Sadece 1996 yılında Marmaris’te yitirilen ağaç sayısı 100 bin, zarar 7.2 katrilyon. Bu ağaç bedeli. Ya temiz havanın, suyun, yanarak ölen kaplumbağanın, sincabın değeri?..
Tablo açık... Türkiye yangın riski yüksek bir ülke. Eldeki diğer veriler de böyle diyor. Örneğin, yine son on yılda çıkan yangın sayısı 19 bin 893. Yıl başına düşen ortalama 1990 yangın. Kaybedilen alan 12 bin 906 hektar... Yapılacak iş belli. Önlem alacaksın, sürekli tetikte olacaksın. Biz ne yapıyoruz? Yangın başlıyor, önlem akla geliyor. Orman Bakanı Nami Çağan diyor ki helikopter uçaktan daha kullanışlı. Diyelim ki doğru. O halde 1996’da uçak alımı konusunda neden karar alındı? ‘Tamam kiralayacağız’ deyip uçak Ankara- Esenboğa’da niye günlerce bekletildi? Sonra bu helikopterler nerede? Ya sezona yetişmez ya da havalanamaz...
Gelelim yılan hikâyesine; Türkiye’nin anılan uçakla tanışması 1985. Ankara- Kurtboğazı Barajı’nda gösteri yapan uçak, dönemin Orman Bakanlığı yetkilileri tarafından çok beğeniliyor ama ‘İşi yerden de bitiririz’ mantığıyla vazgeçiliyor. Yapımcı firmanın model değişikliği araya girince ikinci tanışma (CL- 415) Ekim 1995’e uzuyor. İzmir Gümüldür-Tahtalı Barajı’ndaki gösteri de bizimkileri etkiliyor. 1996 sezonu için 3 tane kiralanmasına karar veriliyor. Uçaklar gerçekten geliyor. Ama ne zaman? Marmaris’teki büyük yangından (7 bin hektar yandı), 26 Temmuz’dan sonra!..
Kaldığı üç ay içinde 500’ün üzerinde yangına müdahale eden uçağın bu kez alınması gündeme geliyor. Hem de Cumhurbaşkanlığı tavsiye kararıyla. Ardından Milli Güvenlik Kurulu, Orman Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı, Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla 55. hükümet döneminde alınması kesinleşiyor. Bürokratik işlemler sürerken 1997’de kiralık uçaklar görev yapıyor. 1998’de ise anlaşma sağlanamıyor. Sonunda da ‘Kendi uçağını kendin yap’ sloganıyla alımdan vazgeçiliyor. 23 Şubat 2000’de de yeniden öneri götürülüyor. Sonuç; malumunuz...”
Yani, yangın bir şekilde söndü ve olay nasıl olsa unutuldu daha sonra bakarız ya da yanlış tercihlerde ısrar mantığı! Dolayısıyla o günden sonra da uzun yıllar hep aynı kısır döngü içinde geçti. Ta ki yeni felaketlere kadar. O nedenle de bu konu hep konuşuldu tartışıldı ama bir türlü yol alınamadı. Bizde ısrarla bu konuyu irdeledik. En son 2 yıl önce yine “ciğerimiz yandı” diye feryat ettiğimiz günlerde ve aynı uçak polemiği yinelendiğinde de 2000 yılındaki tespitlerimizi anımsattığımız “35 yıllık orman yangını polemiği” başlıklı yazımızı (24 Ağustos 2019) şöyle noktalamıştık:
“19 yıl yıl önceki yazdıklarımızı isim, mekân ya da kurum değişiklikleriyle bugüne uyarlayalım... 35 yıldır değişen bir şey var mı? Ormanlar yanıyor ve biz hâlâ uçak mı yoksa helikopter mi noktasındayız. Dolayısıyla da feryat aynı feryat...Uçak ya da helikopter veya ikisi birden fark etmez. Yeter ki karar verin ve artık ciğerlerimiz yanmasın...”
Şimdi o yazımızın üzerinden de 2 yıl geçti yıl 2021 ve biz yine “ciğerimiz yandı” diye feryat ediyoruz. Ve hala yangın söndürme uçağının varlığını yokluğunu konuşuyor, tartışıyoruz. Yani son 35-40 yılda birçok hükümet, sayısız bakan geldi geçti, hatta sistem bile değişti ama biz hala aynı yerdeyiz. O arada da ormanlar kavrulup, tükeniyor, gözümüzün önünde “can”lar yok oluyor… Dolayısıyla artık tam anlamıyla bir yılan hikayesine dönen bu yangın söndürme uçağı polemiğini sonlandırmak şart. Hem de ivedilikle… Yoksa 23 yıl önce Milliyet’in manşetten uyardığı gibi; Bu yangın asla sönmez...