Siyasette roller değişmedi. İlk turdaki kadar olmasa da yine oldukça yüksek, bir katılımla sandığa giden seçmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a desteğini bir kez daha ortaya koydu... Cumhurbaşkanı Erdoğan 21 yıllık iktidar rekorunda çıtayı yükseltti. Tersinden, kaybetme anlamında bakıldığında ise aynısı CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için de geçerli. O da Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı olarak peş peşe iki yenilgi daha aldı. Üstelik bu defa kaybeden sadece kendisi de değil, onunla birlikte 6’lı masanın bileşenleri ile onlara sonradan eklenen İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları da var. Çünkü onlar da Cumhurbaşkanı yardımcıları adayları olarak tam tekmil sahadaydılar. Tabii bir de dışarıdan destek veren HDP ile ikinci turda son dakika kadroya dahil olan Zafer Partisi Genel Başkanı Özdağ’da var. Yani daha önceki seçimlerde AKP’den oy devşirmek hesabıyla muhafazakâr kanattan popüler isimleri CHP kadrosuna katan Kılıçdaroğlu, şimdi de doğrudan bel kemiğini muhafazakarlardan oluşturduğu, dışarıdan HDP destekli ve milliyetçi damar aşılı takımıyla oylarını evet yükseltti ama sonuçta yine kazanamadı. Dolayısıyla Millet İttifakı’nda herkesin beklentileri, hesapları alt üst oldu, “bir başka bahara” kaldı! Bu tabloda tek kazananlar ise CHP listelerinden aday gösterilen, DEVA, SP, DP ve Gelecek partililer, yani parlamentonun yeni üyeleri, 28. dönem milletvekilleri... Bu durumun da özellikle CHP başta olmak üzere tüm bileşenler arasında oldukça hararetli bir eleştiri, özeleştiri süreci başlatacağı açık. Malum bir de her parti içinde dışlanan ya da böyle bir sonucu öngörerek kendiliğinden ayrılanlar var. Onlarda fırsat kolluyorlar malum. Kaybeden tarafta işler zor, bırak hayaldekileri, mevcut koltuklar dahi riskte açıkçası...Ve bunların hepsi de siyaset mühendisliği, kurgulara odaklı seçim kazanma mantığından kaynaklı strateji ve taktik hataların yarattığı bir sonuç aslında. Hem ilk turdaki yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı üzerine kurguladıkları kampanya tutmadı hem de ikinci turdaki keskin milliyetçi damar aşısı, söylemleri ve sert üslup seçmenin kafasını hepten karıştırdı, inandırıcı gelmedi, vatandaşa güven vermedi. Çünkü her iki kampanyada somut çözüm önerileri ve projelerden ziyade soyut ve hamasi kavramlar üzerineydi. Şöyle ki:
***
Kılıçdaroğlu ilk tur öncesinde AKP’nin oylarının neden düşmediği sorulduğunda ısrarla “güven” kavramına gönderme yaparak şöyle dedi hep:
“Düşecek, düşecek. Samimi söylemek gerekirse bizim de topluma güven vermemiz lazım. Biz 6 lider bir araya geldik, ortak bir fotoğraf verdiğimiz sürece bu güven pekişecektir”
Ancak, Altı liderin defalarca bir araya gelip fotoğraf vermesine, hatta kampanya sürecinde İstanbul, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları’nın da kareye eklenmesine ve sokağı yakından ilgilendiren hayat pahalılığı, çarşı-pazardaki el yakan etiketlere rağmen Erdoğan’ın oyları düşmedi. Demek ki bu güven konusu sadece bir araya gelip gülen yüzlerin var olduğu fotoğraf çektirmekle ilgili değil. Hele de “Her şey Erdoğan indirildikten sonra çözülecek!” gibisinden soyut kavramlarla hiç değil. Aslolan ekonomik sorunlara çözüm projelerini somut ortaya koyup vatandaşı ikna etmek. Yoksa net olmadığında dahası dış politika ve özellikle terör konusunda tavrını, düşüncelerini açıkça ifade etmediğinde güven inşa etmek zor. Nitekim ilk turda ortaya çıkan sonuçla bunu Kılıçdaroğlu da kurmayları da çok net gördü, anladı zaten...Özellikle de çözüm içermeyen mutfak ağırlıklı sadece “boş tencere, soğana” endeksli söylemlerin yetmediğini, terörle mücadele ve beka tehdidinin vatandaş nezdinde ne kadar önemli olduğunu...
Dolayısıyla ikinci turda öncekinden daha farklı bir Kılıçdaroğlu’na tanık olduk… Hem mesajların içeriği hem de sertleşen üslubu anlamında. Mesela Kılıçdaroğlu oldukça yüksek tondan “Buradayım be buradayım” sözleriyle başlayan, sonra da yumruğunu kalbinin üstüne götürüp “Sizde buradasınız” diyerek sonuna kadar mücadele edeceğini söyleyen ve en sonunda da bu kez heceleyerek “Bu-ra-da-yım” deyip masaya vurduğu video paylaşımıyla çok sert bir çıkış yaptı. Sonrasında da damardan milliyetçi bir söylem ve Suriyeli sığınmacıların gönderilmelerine odaklı bir kampanya yürüttü… Billboardlardaki afişlerinde mesajlar ve söylemlerindeki vurgular da hep kısa ve yine heceleme üzerineydi. “Terör Bi-te-cek!”, “Suriyeliler Gi-de-cek!”, “Enflasyon Dü-şe-cek!” ya da “Yoksulluk Bi-te-cek!” gibi… Yani ikinci turdaki masajlarda “Her şey Erdoğan indirildikten sonra çözülecek!” gibisinden soyut kavramlar içeriyordu daha çok… Somut olarak, terörün nasıl biteceği, Suriyelilerin nasıl gönderileceği, enflasyonu düşürecek reçetenin ne olduğu yoktu daha çok soru işaretiydi yani. Hal böyle olunca da seçmeni ikna etmek zor...
***
Kısacası; deprem ve sel felaketlerindeki acıları ve provokasyon, şantaj, montaj kaset, hatta siyasilere yönelik olası saldırı iddialarıyla dolu çok hızlı ve gergin geçen iki turlu bir seçim süreci yaşadık. Her iki seçimde de, daha önceki kritik dönemlerde olduğu gibi vatandaş yine sandığa koşup oylarıyla her türlü iddiaya, çarpıtmaya noktayı koydu... Demokrasi de bu işte! Ortaya çıkan tablodan herkesin çıkarması gereken dersler de açık:
Siyaset mühendisliğiyle ancak bu kadar. “Birleşe birleşe kazanacağız” mantığı, stratejisi doğru olabilir ama siyaset sadece matematik hesabı değil. Bunun sosyolojisi, psikolojisi de var. Toplama çıkarmayla, hele de sosyal medya üzerinden yaratılan “Kazanıyoruz, kazandık” algısıyla seçim kazanılmıyor. Sandıkta başarı için doğrudan sokağa, vatandaşa dokunmak şart. Sahici ve samimi olup, sokağı ikna etmek yani. Dolayısıyla “Söz yine baharlar gelecek” diye sistemde değişim vaat eden muhalefet açısından bakıldığında bir başka görüntü de şu:
Siyasette bahar gelmeden doğrudan yaz geldi ve oldukça da sıcak geçecek!..