Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Mersin’den ta İzmir’e kadar güzelim Akdeniz ve Ege’nin bütün kıyılarını kavuran orman yangınlarıyla mücadele sürerken bir yanda da yüksek hararetli bir tartışma ortamı yaşıyoruz. Hem de daha çok siyasi çekişmeler ve hesaplaşmalara evrilen ve hala devam eden felaketin nedenleri, müdahalede sorumluluğun kimde olduğu, yıllardır konuşulan yangın söndürme uçaklarının varlığı yokluğu dahil oldukça geniş bir yelpazede. Şimdilerde buna bir de “ne yapalım, yeşili nasıl geri getireceğiz” konusu eklendi. Bu bağlamda da hiç bir şüphe yok ki herkes iyi niyetle bir şeyler söylüyor ve yapıyor. Bazı kamu ve sivil toplum kuruluşları tarafından başlatılan fidan kampanyaları ve buna sporcular, sanatçılar, pek çok kurumun da katılımı gibi. Ancak buna karşı da konunun uzmanı bilim insanları yanan araziyi eko sisteme, yani doğanın kendini yenileme mekanizmalarına bırakalım diyorlar. Örneğin Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş, müsaade edilirse doğanın kendini yenileyeceğini söylüyor. Yani acele davranıp olası hatalarla doğayı hepten kaybetmeyelim endişesi. Bu arada Ortaş’ın doğaya saygı anlamında daha önce defalarca dile getirdiği ve şimdilerde pik yapan “Keçiler ve orman yangınları” ilişkisini içeren şu tezi de var:

Haberin Devamı

“Keçiler ortamdaki otları ve ağaç gövdelerinde gelişen sürgünleri tükettiği için yangının gelişmesini engelliyordu. Ancak bugün keçiler doğadan çok kapalı ağıllarda tutuluyor ve sayıları geçmişe kıyasla azaldı. Diğer hayvan çeşitliliği de azaldı. Otlar geçmişte olduğu gibi keçi, dağ keçisi, geyik, tavşan ve diğer ot tüketen hayvanlar tarafından yeşilken tüketilseydi bu kadar kuru ot gelişmez ve yangınlar da hızla ilerlemezdi...” Dolayısıyla Ortaş’ı aradık ve bu  meseleyi, özellikle de keçilerin neden otlatılmadığını sorguladık. Yanıt şuydu:

“Keçi bölgenin doğal hayvanı. İnsanlar koyun etini daha çok tercih ediyor ama son yıllarda özellikle dondurma sanayiinden dolayı keçi yetiştiriciliği biraz var. Ancak eskisi gibi vatandaşlarımız keçileri götürüp dağlara yaymıyorlar. Bir ara bizim ormancılarda ‘Filizleri yiyen keçiler ormanlara zarar veriyor’ diye yanlış bildikleri ya da anlamadıkları bir durum vardı. O nedenle de keçilerin ormana girmesini yasaklamışlardı. Bunun da ötesinde insanlar artık endüstriyel yetiştiricilik yapıyor. Kapalı alanlarda olduğu için keçiler doğaya gidip oralarda yayılmıyor. Yalnız keçiler değil geçmişte doğada geyikler, dağ koyunları, dağ keçileri, domuzlar, tavşanlar gibi otlarla beslenen bir sürü hayvan vardı. Bunların da sayıları azaldı ya da yok oldu.”

Haberin Devamı

Keçi filizleri yemez mi?

Keçi filizleri yiyor ama bugün yemiyor ki. Yani bu keçiler bugün doğmadı ki. Binlerce yıldır buradaydı bu ormanlar bitti mi? Bitmedi. Keçi ve ot bunlar birbirlerini sürekli dengelerler. Eko sistemin temel mantığı, felsefesi budur. Her canlı bir başka canlıyı yiyerek gider ve hiçbir canlı bile bile kendi gıdasını tüketmez. Hangi hayvan hangi insan gıdasını tüketirse kendi biter. Onun için doğaya dikkat edin canlılar aslan da kaplan da bir tanesini yer, iki tanesini yemez...”

Haberin Devamı

Peki ya bundan sonrası? Yanan yerlerde bırakalım eko sistem kendini yenilesin konusu? Ortaş’ın buna dönük öngörüleri de de şöyleydi:

“Şimdi keçiyi yasaklayacağız. Çünkü keçi bugün girerse otları yerse orası gelişmez. Keçiyi biz önce oraya bırakacaktık. Şimdi keçiyi de koyunu da başka hayvanı da insanı da bu alanlara koymayacağız. Şu anda yapılması gereken bu yanan alanların etrafını çevirip buraya hayvan falan sokturmamak burada otlar biraz bir iki yıl büyüsün. Hemen orayı ağaçlandırayım dediğiniz zaman siz oradan bir şey çıkaramazsınız, Bırakalım doğa kendini biraz tamir etsin.”

Nasıl edecek?

“Burası makilik, çok sayıda bitki türü var. Fotoğraflara dikkatli bakarsanız bütün bitkiler yanmıyor, bir kısmı dayanıyor. Bu bitkilerin bir kısmının kökleri 3- 5 beş metre derinlere gidiyor, toprağa. Şimdi ateş yukarıdan aşağıya 15 santimi yakıyor ama aşağıda bitkilerin dokuları, kökleri çalışıyor hala. İlk yağmurda biraz su aldıktan sonra da toprağın altındaki o kökler filizlenir, ışkınlanır. Ama siz oraya ağaç dikmek için çukur açacağız falan diye dozer, iş makinası falan sokarsanız hepsini tahrip edersiniz. Bir müddet doğasına bırakın en doğrusu budur. Biraz belki yöneticilerimiz, bazı arkadaşlarımız bunu kabullenmiyorlar ama bütün dünyadaki tecrübe budur. Biraz sabırlı olsunlar. Doğa kendisini biraz gecikmeyle de olsa tamamlar. Ama illa ağaç dikeceksek de mutlaka bölgenin bitkisi olmalı. Kızılçamsa kızılçam...”

Biraz bekleyelim derken ne kadar?

“Bir 7-8 yıla kadar kendisini toparlar. Ama hiçbir zaman için dünkü görüntü olmaz. O olmaz ama yeni fidanlar çıkar, yeni bir başlangıç, yeni bir yapı olur. Her bitki aynı zamanda o bölgedeki hayvanlarla da ilişkilidir. Yani hayvanlar o otları yiyecek onların dışkıları oraya gübre olacak düşecek. Bir takım başka mikroplar olacak. Bunların hepsi kayboldu şimdi. Onun için biraz sabır diyelim...”

Özetle; eski görüntülere kavuşmak mümkün değil ama yanan yerleri yeşertmek istiyorsak sabır ve özellikle de doğaya saygı şart.

Tabii var olanları kaybetmemek içinde... Yani artık yaşananlardan ders almak ve bugüne kadar umursamadığımızı ya da yapmadığımızı yapmak...Yoksa yüreğimizi yakan daha çok acılar görüntüler yaşarız...