Siyasetin farklı tanımları var. Bir tanıma göre siyaset, insanlığa, insanlara hizmet için yapılır. Başka bir tanıma göre ise iktidarı ele geçirmek için yapılan her türlü faaliyeti kapsar. Ya da siyaset bir yönetme sanatı ve bilimidir. Onun için de sorun değil, çözüm üretme odaklıdır. Tabi bunların hepsi yapanın kişiliği ve niyetiyle doğrudan bağlantılı olmak kaydıyla. Zira siyaset bir çatışma çözme ya da uzlaşma sanatı olarak görülse de uygulayıcının hareketleriyle bir anda kirlenebilir ve daha da olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ama siyasetin bir de özellikle ülkemizde sanki bir meslek gibi algılanan tarafı da var. Koltuğa yapışma, kazanılmış bir hak gibi görme ya da mutlaka bir koltuk kapma sevdası yani. Bunun diğer boyutu da o adayları belirleyen parti yönetiminin kimlik siyaseti yapma, kadrolaşma ve kendi yandaşını tercih etme durumu. Seçim dönemleri de bunlara dönük bir turnusol testidir aslında. Tıpkı şimdilerde olduğu gibi. Lafa geldi mi ideoloji, siyasi duruş, dava, sadakat diyenler aday gösterilmeyince soluğu bir başka partide aldı, alıyor. Bu her parti için geçerli, ancak bu anlamda muhalefet cenahı özellikle de CHP’de oldukça hareketlilik ve hararet söz konusu...Hatta hafiften fay sarsıntıları da var denilebilir. Ya ayrılıp başka partilere gidenler veya küsenler oldu ya da bunu pazarlık meselesi yapıp durumunu sağlamlaştıranlar. Bu anlamda da CHP’de tartışmalar bitmiyor. Giden veya dışlandığını hisseden taraf zehir zemberek sözlerle Özel ve İmamoğlu’nun yaptıklarına “Kılıçdaroğlu yanlılarının tasfiyesi” diyor, diğer taraf ise Kılıçdaroğlu yanlılarını “CHP’ye seçimi kaybettirmek çabasında” olmakla suçluyor. Kılıçdaroğlu’nun geri dönüş hesaplarından söz ediliyor...
***
Elbette siyasette ideolojik yarış ya da olaylara farklı bakış nedeniyle yol ayrılıkları olabililir, bugüne kadar hep oldu, oluyor da...Bu bir ideolojik ayrışmadır, normal karşılanır. Yine adaylaşma sürecinde tartışmaların olması da doğal...Geçmişte de yaşanan bildik ritüel bu. Parti Genel Merkez yönetimlerinin kadrolaşma hesapları da öyle...Ancak bu kadar keskin “ben” odaklı bir görüntü ve katı çizgilerle tarafgirlik durumu, algısı başka. Hem söyleyen hem söylettirenler açısından. Bunun da sadece siyaseti ve CHP’yi değil vatandaşa hizmet yarışını etkileyeceği de açık… Zira bu kısır çekişmeler içinde aslında hiçbir şekilde ne İstanbul ne de herhangi bir il, yöre vatandaşının derdi, sorunu falan yer almıyor. Daha çok gündemde olan parti içi tartışmalar, kırgınlık, küskünlükler, kişisel ya da teşkilattaki saflaşmadan kaynaklı ikbal ve beklentiler...Haftalardır, günlerdir ana muhalefet partisi cenahındaki konuşmalar, tartışmalar hep buna odaklanmış durumda...Bugünde açıklanması beklenen İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayının netleşmesinden sonra parti içindeki gerilimli havanın ve dalgalanmanın alevlenme olasılığı yüksek...
***
Hal böyle olunca da bölgesel- yöresel sorunlarına çözüm ve hizmet bekleyen vatandaşın, seçmenlerin kafalarının karıştığı açık. Bunun sandığa nasıl yansıyacağı, ya da yansır sorusunun yanıtı da anlamlı.
Çünkü herkes en iyi biz yaparız diyor ama koltukta ben olursam hesabıyla. Açıkçası, yine partiden ziyade bireysel çıkarlar ya da parti içi iktidara yönelik hesaplar daha ön planda. Yani aday belirleyici yönetimin de kendi durumunu güçlendirme ya da karşısındaki olası bir kurultay hesabıyla CHP’de ilginç bir koltuk paradoksu yaşanıyor aslında...