PKK’nın lider kadrolarına dönük peş peşe yapılan temizlik operasyonları Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığının yanı sıra imkân ve kabiliyetini de çok net ortaya koydu, koyuyor. Yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri yerlerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan teröristleri MİT buluyor, sonrasında da İHA ve SİHA’larla teknik takipleri yapılıp nokta atışlarıyla işleri bitiriliyor. Yani Kandil, Sincar, Gara, Mahmur ya da Süleymaniye Erbil veya Suriye’nin kuzeyinde herhangi bir yer fark etmiyor kim nerede başını çıkarırsa görülüyor ve avlanıyor. Bu bağlamda da örgütte üst düzey yönetici konumundaki pek çok terörist etkisiz hale getirildi. Hatta en tepe isimleri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın en yakınındakiler bile. Bu seriye en son eklenen de PKK’nın sözde Gara lojistik sorumlusu “Soro Amed” kod adlı Azad Yandı oldu. Yani sıra artık terör örgütünün en tepe o isimleri Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran
Soçi’deki Erdoğan-Putin zirveleri hep kritik önemdeydi. Tabii günün konjonktürüne endeksli değişen ton farklarıyla. Mesela geçen yıl Eylül ayındaki görüşmeye giden günlerde Türkiye ile Rusya arasında sanki 2020 yılının ilk günlerinde patlak veren ve yaklaşık iki ay boyunca Ankara-Moskova hattını neredeyse savaşın eşiğine getiren krizin bir benzeri geliyormuşçasına haberler yapılmaktaydı. Özellikle de İdlib’de Rusya destekli Esad güçlerinin sivil halka yönelik saldırılarının hız kesmeden devam etmesi nedeniyle. Çünkü İdlib’e ilişkin gerek 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı gerek bunu tamamlayan 5 Mart 2020 tarihli Moskova Ek Protokolü, Rusya’nın sahadaki ağır saldırıları sonrasında yapılan zirvelerde ortaya çıktı. Ve öncesinde yaşanan bütün gerilimlere karşılık, bu zirvelerde her seferinde masada ipler kopmadan Erdoğan ile Putin arasında bir uzlaşı noktası şekillendi. Dolayısıyla, Eylül 2021’deki o zirve öncesinde de karşılıklı olarak birbirlerini mutabakata uymamakla suçlayan iki
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda ne kadar istekli ve kararlı olduğu artık herkesin bildiği bir sır! Ancak o “aday mısınız” diye sorulduğunda ısrarla 6’lı masayı işaret ediyor ve “aday belirleme yetkisi masada” diyor. Dolayısıyla yapılan yorumlarda daha çok “Kılıçdaroğlu kendi adaylığı konusunda masayı ikna edemedi” ya da “Etti, eder ama masanın dengesini zorlamamak adına nezaket icabı böyle konuşuyor” şeklinde. Öyle ya da böyle “dostlarla iktidar” hedefi koyan Kılıçdaroğlu’nun 6’lı masanın denge sorununa ve güç birliği, voltran durumuna özel bir hassasiyet göstermesi anlaşılır bir durum. Zira aday olabilmesi 6’lı masanın mutabakatına bağlı. Tabii seçilebilmek içinse hem masadaki partilerin hem masa dışı muhalefetin tabanlarına, üstüne üstlük iktidara yakın olmakla birlikte kararsız olan seçmene hitap edebilmesi gerekiyor. Onun için de zaten devrede olan CHP bünyesindeki daha başka “masalar” da var. Mesela CHP’nin milletvekili
Fransa’da Senatör Laurence Cohen’in girişimiyle farklı siyasi gruplardan 102 parlamenter, yayımladıkları ortak bildiride Türkiye’nin olası Suriye operasyonuna karşı çıkılması çağrısında bulundu. Teröristlere ‘Barışı tesis ediyorlar’ diyerek sahip çıkan Fransız vekiller, uçuşa yasak bölge ilan edilme ve uluslararası koruma altına alınma gibi saçmalıklar da zırvaladı. Şaşırdık mı? Asla. Çünkü bu bildik hikâye. Mesela Barış Pınarı Harekâtı başladığında da ilk kimyası bozulanlar arasında Fransa vardı. Başta Macron ve birçok Fransız parlamenter Türkiye’nin bir an önce harekâtı durdurması telaşındaydı. Terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde devlet kurma hayalini açıkça destekleyen ve askeri danışmanları Ayn İsa üssünde teröristlere eğitim veren Fransa, yine Türkiye’nin 2018’de bölgeyi terörden arındırmak amacıyla düzenlediği Zeytin Dalı Harekatı’na da en fazla itiraz eden ülkeydi. Dahası utanmadan bir de “Harekât, IŞİD ile
Dünyada 7. nesil teknolojiye sahip 5 sondaj gemisinden biri olan Abdülhamid Han, 9 Ağustos’ta Doğu Akdeniz görevine başlıyor... Yolu açık denizleri sakin olsun, yapacağı sondajlarda yüzümüzü güldürsün. Sondaj gemilerimizden Fatih’in Karadeniz’deki müjdesi gibi. Çünkü Türkiye hem kendi kıta sahanlığında bulacağı muhtemel enerji kaynaklarıyla hem de bu bölgede ortaya çıkacak yeni tedarikçiler yoluyla doğal gaz konusunda Rusya gibi ülkelere olan bağımlılığından kurtulma yolunda çok kritik bir adım daha atmış olacak. Bu da çok daha güçlü bir Türkiye demek. Yunanistan’ı kışkırtıp üstümüze salan ABD ve AB’nin karın ağrısı, gaz sıkıntısı da bu zaten. Dolayısıyla “Abdülhamid Han”ın faaliyetlerini engellemeye yönelik provokasyon ya da gemimize taciz olasılıkları da konuşuluyor. Umarız olmaz yoksa böyle bir çılgınlık durumunda neyle karşılaşacakları da malum. Mesela 2020’de Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen Türk savaş gemilerinin
Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan sıkıntı doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, sözde dost ve müttefik (!) ABD’nin teröristlerle olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Özellikle de terör örgütü PKK/YPG’ye olan sevdası ve bu bağlamdaki aleni ve sinsi faaliyetlerine. Çünkü PKK eşittir PYD ya da YPG veya olası diğer türevleri olduğunu en iyi bilen ABD, hatta bu konuda Şam’daki son büyükelçileri Robert Ford’un Amerikan Atlantic dergisine yazmış olduğu bir makale var. “Bu PYD’yi Kandil Dağı’nda PKK kurmuştur” diyor. Ondan sonra, “PKK teröristleri PYD ve YPG’de savaşçı ya da komutan olarak da görev aldılar, birlikte eylem yaptılar Türkiye’de, Suriye’de…” diye de uzun uzun anlatıyor.
Daha ne desin adam. Ama ABD kendi büyükelçisinin bu net tespitlerine rağmen sadece PKK’ya terör örgütü diyor, diğerlerini ise farklıymış gibi yutturmaya çalışarak silahlandırdı, silahlandırıyor. Ve PKK/YPG/PYD’den devletçik kurma
Siyasi partiler sahaya indiler. Hem iktidar hem de muhalefet partileri meydanlarda halkın nabzını tutmaya çalışıyor. Bu mitinglere de hatırı sayılır kalabalıklar katılıyor ya da taşınıyor. Ekranlara yansıyan görüntüler, yani meydanları dolduran kalabalıkların sayısı ve coşkusu üzerinden de partiler arası güç polemiği yaşanıyor. Sanki meydana gelen herkesin oyları cepteymiş gibi. Bu arada TBMM’nin tatile girmesiyle birlikte seçim çevrelerine dağılan her partiden milletvekilleri de sahadan edindiği izlenimleri raporlar halinde genel merkezlerine aktarıyor. Partilerin genel merkez, il ve ilçe yönetimleri de tam kadro vatandaşı, özellikle de kararsız seçmeni ikna etmek çabasıyla halkın arasında. Bu arada bir yandan da iktidar ve muhalefet arasında stratejik anlamda ön alma ve rol çalma hesapları hepten kızıştı, özellikle muhalefet kanadından vaatler havada uçuşuyor. Yani zamanında ya da muhalefetin hâlâ ısrarla dile getirdiği olası bir erken seçime dönük tüm partiler teyakkuzda. Nasıl olmasınlar ki? Her seçim önemli ama bu kez
Siyasette tartışmaların odağında hep 6’lı masa ve özellikle cumhurbaşkanı adaylığına işaret edeceği isim var. Normal, çünkü; 6 muhalefet partisinin yuvarlak bir masa etrafında toplanarak birliktelik ortaya koymaları sıra dışı, küçümsenecek bir olay değil. Üstelik bu 6 partinin dünya görüşleri ve parti programları arasında ciddi farklılıklar varken hiç değil. Onun için de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “aday mısınız” diye sorulduğunda hep 6’lı masayı işaret ediyor ve “aday belirleme yetkisi masada” diyor. Ama yaptığı aday tarifleriyle de kendisini işaret ediyor gibi... 6’lı masanın şu ana kadarki havası ise malum. İYİ Parti lideri Akşener, doğrudan desteklemedi, sadece “hakkıdır” tarzında bir açıklamayla yetindi. Dahası partisinden “Kemal Bey kişi olarak iyi, hoş, çok değerli bir adam ama onunla kazanamayız” mealinden farklı sesler de geliyor. Şu an yekten ”desteklerim” diyen masadaki tek isim DP Genel Başkanı Gültekin Uysal. Masanın diğer ayakları ise rezervli... Hatta bunun özellikle milletvekilliği