Bir günde tüm sezon tatil yapmış, bütün kişisel gelişim kitaplarını yalayıp yutmuş, çakra açmalara doyamamış gibi hissetmek istiyorsanız sizi sekiz saatliğine Burgazada’ya alalım. (Hep konaklamalı yerler yazıyorsunuz, günübirlik nereye gidelim diyenler için yazdım)
Kadıköy’den 45 dakika, Eminönü’nden hop bir saatte oradasınız. Hem de şahane bir vapur yolculuğu ile. (Pazar günleri kabus bir kalabalık olabiliyor, imkanı olan haftaiçi gitsin)
Tabii kendi tekneniz ile gidebilir ya da ay ne işim var kalabalık vapurlarda diyip deniz taksi tutabilirsiniz. (İşte bunlar hep seçenek, hep zenginlik :)) Ama ben yine de ve ille de vapur yolculuğunu seviyorum.
Adalar İstanbul’un en güzel, en fevkalade kaçış noktası. Benim favorim Burgazada. Hem sakin, hem güzel restoranlar, yürüyüş güzergahları var. Özellikle Mart ayında Ada sokaklarında yürürken mutluktan delirme garantisi veriyorum, çünkü MİMOZA zamanı. Kocaman, dalları yere sarkan mimoza ağaçları insana başka bir neşe veriyor.
Ve karşınızda özenle hazırladığım,
8 saatte mini BURGAZADA REHBERİM:
(Sizin için gezdim. Sizin için yedim, içtim. Lütfen bundan bir an bile şüpheniz olmasın :))
Öneriler not alına, yazı kaydedile, eşe dosta bak ne güzel gezmiş diye yollana.
Eğer vapurda kahvaltı (simit + çay) yapmadıysanız Ada’ya iner inmez Ergün pastanesine gidin ve insanı çılgınlıklara sürükleyen sıcacık poğaçalarından, böreklerinden yiyin. Tüm gün yürüyeceğiniz için bol karbonhidratlı kahvaltı size enerji verecektir. (İnşallah Canan Karatay hocam okumaz bu yazıyı)
KAHVE MOLASI:
Sahildeki denizin üstü, çamların altındaki çay bahçesi dünyanın en sakin, en huzurlu mekanı olabilir. (Ev sahibi biraz huzursuz ve huysuz ama ortama dikkat kesince o bile arada kaynıyor)
Buradayken kediyi, köpeği, kedi mamasına ortak çıkan martıyı, kargayı izlerken kafadan iki saat geçiyor. Boş boş oturmak, höpürdete höpürdete kahve içmek, yan masalardaki tatlı sohbetleri dinlemek, denize bakmak, göğe dalmak ve bu arada tek bir araba sesi duymamak öyle bir lütuf ki...
YEMEK:
Kalpazankaya Restoran: Sadece Adalar içinde değil, Türkiye’de en sevdiğim restoranlardan.
Manzarasına kurban olduğum, günbatımına bittiğim, sessizliği sevdiğim... Öyle kaptırıyorum ki burayı anlatırken, ben bile şaşıyorum. İnsan burada zaman mevhumunu yitiriyor. Tepenizde koca koca çamlar, karşınızda masmavi deniz, gözün gördüğü tek bir beton yok. Fonda genelde hafif hafif ve harika Yunanca şarkılar.
On beş senedir gidiyorum, sayısız gitmişimdir. Bir kez bile mutsuz ayrılmadım. Yalnız yeme içme önerirken ölçünüz ben olmayayım. Vejeteryanım. Et yemem, balık yemem, rakı sevmem vs. O nedenle birçok meyhanede benim ödediğim hesap birçok insana göre daha makul. Birkaç meze, bir iki ara sıcak bitti gitti :)
Barba Yani: Sahilde iki tane var. İkisi aynı kişiye mi ait bilmiyorum ama ben daha mini minnak olanını seviyorum. Mezeler her daim taze. Çalışanlar genelde güleryüzlü ve hoşsohbet. Sarımsaklı patates bir rüya. Manzara hey hey de hey hey dedirtecek kadar güzel.
Aynı sırada beş altı restoran daha var. Ben hemen hemen hepsini denedim. Barba Yani’de karar kıldım. Yer bulamazsanız ikinci seçenek Fincan’ı deneyebilirsiniz.
TATLI:
Ergün Pastanesi: Eski usül pastaneleri, mekanları severim. İşte burası da onlardan biri.
Genelde vişneli olan, bazı bazı çilekli yaptıkları milföy ’Allahım sana geliyorum’ dedirten türden. Bu milföy ise diğer yediklerim ne?
Gerçekten ama gerçekten daha güzelini, daha çıtırını, daha hafifini, daha lezizini yemedim.
O bir klasik. O bir baştan çıkaran. O bir diyet bozduran. O başlı başına Ada’ya gitme sebebi.
DONDURMA:
Ben dondurma seven biri değilimdir. Çok çok iyi bir dondurma olmadığı sürece yemem. Paketli dondurma tüketmem.
Ama Burgazada’ya iner inmez soluğu Sinem Dondurmacısı’nda alıyorum.
Tek kelimeyle anlatayım. İ-na-nıl-maz. Hele ki damla sakızlı ve çikolatalısı. Gerçekten insanı mutluluk komasına sokacak lezzette.
Bir Ada gezimizde yürüyüp yürüyüp, gelip gidip yemiştim ve günün sonunda 8 top dondurma yediğimi farkettim.
Şu an kapalı. Nisan Mayıs gibi açılır. Mutlaka deneyiniz. Ve hatta denemeden dönmeyiniz.
YÜRÜYÜŞ ROTASI:
En şahane rota Kalpazankaya yolu. İster sahilden yürüyün, isterseniz evlerin, çamların arasından olan diğer yolu deneyin.
Yürürken çiçeklerin kokusu, denizin kokusuna karışıyor ve arabasız - artık nihayet faytonsuz bir yolda yürümek insana çok iyi geliyor.
Hele tam da şu aralar mimozaların eli kulağında, nergisler mis kokuyor, papatyalar açmış. Daha güzel bir yürüyüş rotası düşünülemez.
Küçük bir rica: Lütfen giderken bir paketcik bile olsa kedi, köpek maması götürün. Biz iki kilodan fazla götürdük, bir saat olmadan bitti. Öyle çok aç kedi köpek var ki, anlatamam. (Tabii henüz sezon başlamadı. Çok bakan eden yok. Bizlere ihtiyaçları var)