Tülin Kılıç

Tülin Kılıç

Tüm Yazıları

Etrafımda, etrafımızda hep aynı konular: Pandemi, ne zaman bitecek, ne olacak, bu zorlu süreci daha hafif nasıl atlatabiliriz, köye mi yerleşmeli, Güney’e mi kaçmalı, dağa mı tırmanmalı, ormana mı saklanmalı?

Hepimiz, özellikle şehirde yaşayanlar çok bunaldı. Ben uzun bir süredir Kaş’ta yaşıyorum. Şehirde bize büyük gibi gelen olayları burada daha ufak ufak atlatıyoruz. Az insan, temiz hava, yüzünü eksik etmeyen güneş, zamanından önce açan portakal çiçekleri bir nebze olsun yüzümüzü güldürüyor... Hatta bazen dünyada olan biten her şeyi unutturuyor.

Haberin Devamı

Benim gibi düşünen şehir insanları fırsat buldukça kaçıp kaçıp geliyorlar.

Bazısı kısa dönem ev tutuyor, kimi tümden yerleşiyor, kimi de otellerde, pansiyonlarda kalmayı tercih ediyor.

Ben bugün size ‘bunaldığınız da kaçmak isteyeceğiniz’ dokuz şahane oteli anlatacağım. Fethiye’den Kapadokya’ya, Şile’den Alaçatı’ya herkese uygun öneriler var. (Bu kaçış serilerinin devamı gelecek. Çünkü ben kış aylarında da geziyor ve sizler için ‘farklı, güzel, özel’ yerler bulmaya devam ediyorum)

Şehirden Kaçış Durakları

1 - Unique Hotel

Fethiye’nin en sevdiğim yerinde konuşlanmış Unique, Karagözler’de. Önü marina, arkası çam ormanı. Burası 2016 yılında Avrupa’nın En İyi Lüks Tasarım Oteli ödülünü almış.

Her oda farklı bir hikaye, farklı bir tasarım. Kiminde teras geniş tutulmuş, kiminin balkonunda denize manzarasına karşı jakuzi var, kiminin küçümen bahçesinde limon ağaçları, çiçekler... Tüm odalar şık, ferah, sade.

4 ayrı binadan oluşuyor, ortada zeytin, hünnap, limon ağaçlarının ve begonvillerin gölge verdiği şahane bir bahçe yer alıyor.

19 odası var ve hepsinde ahşap el oyması kapılar, yatak başları kullanılmış. Yerlerde 200 yıllık meşe parkeler kullanılmış. (Gel de hayranlık duyma, gel de mutlu olma! :)) Marinaya açılan manzaralar ile her oda ayrı bir keyifli. Bazılarına jakuzili balkon eklemişler... İyi de etmişler.

Kahvaltısı ayrı bir coşku, akşam yemeği ayrı. Sadece Fethiye’de değil, bölgedeki en iyi restoranlardan biri otelin içinde yer alan Nude restoran. Normal zamanda otel misafiri olmayanlar da gidebiliyor ama şu an, pandemi nedeni ile sadece otel misafirleri faydalanabiliyor.

Haberin Devamı

Şehirden Kaçış Durakları

2 - Nişanyan Evleri

Son beş senesinde yazarlarından biri olmaktan büyük mutluluk duyduğum Küçük Oteller Kitabı’nı Türk okuruna kazandıran Müjde Tönbekici ve Sevan Nişanyan’ın Şirince’deki güzel oteli. Bir doğa harikası içinde ruhu olan nefis evler.

Hikaye, 30 yıl önce başlıyor. Müjde Tönbekici, rehberlikten kazandığı para ile Şirince’nin tepelerinden terk edilmiş, çatısı ve bir duvarı dahi olmayan bir ev alıyor. El yordamıyla o evi yaptırıyor. Yazlarını burada geçiriyor. Yıllar sonra Sevan Nişanyan hayatına giriyor. Bir süre sonra o yazlık ev sürekli ikametgahları oluyor. Çocukları burada doğuyor, büyüyor.

Köy evleriyle başlıyorlar. İki ila beş kişinin rahatça sığabildiği, bahçeli, ocaklı, girintili çıkıntılı ruhu olan üç ev yaratıyorlar. Sonra Köşk adını verdikleri beş odalı otellerini yapıyorlar. Kütüphanesi, şahane restoranı ve başarılı servisleriyle dünya çapında nam salıyorlar. Sonra İlyastepe ekleniyor. İçinde dağları, dereleri, lavanta bahçeleri olan olağanüstü bir arazi. Üzerine kuleli muleli (Hodri Meydan Kulesi) akıllara seza bir köy inşaa ediyorlar. Felsefeleri basit ama bir o kadar zor: Güzellikten ve sadelikten taviz vermeden insanın gözüne, kulağına, ruhuna sükunet vermek.

Haberin Devamı

(Bu şahane yazıyı Mutlu Tönbekici yazdı. Ablasını, Nişanyan’ı ondan daha güzel kimse anlatamazdı :))

 

3- Hindiba Dağevi

Türkiye’nin açık ara en görkemli, en etkileyici milli parkı Yedigöller’e 40 km mesafede. Orman kenarında, harikulade bir doğa içinde birbirinden bağımsız taş ev, ahşap ev ve çadırlar var. Burası tam anlamı ile ekolojik bir yaşam alanı. Her biri el emeği göz nuru, sürprizi bol taş ve ahşap evlerin önünden küçük bir dere akıyor. O dere sizi uykudan uyandığınız andan itibaren takip ediyor, çayınıza sohbetinize eşlik ediyor, derdinizi tasanızı silip yüreğinize ferahlık serpiyor. Görevi bu.

Odalar, evler fanfinfon değil ama gayet konforlu. Dekorasyon sade ama kesinlikle sempatik. Cümbür cemaat kamp yapmayı, Sevgili ile baş başa kalmayı, çocuklarla çimlerde dans etmeyi, ateş yakıp etrafında şarkılar söylemeyi; inzivaya çekilmeyi, televizyonsuz birkaç gün geçirmeyi, kedilerle köpeklerle oynamayı, tavukların peşinden koşturmayı, değişik atölyelere katılmayı özlediyseniz Hindiba aradığınız yer olabilir.

Not: Hindiba ‘lüks, fanfinfon dekorasyon, fazla konfor’ arayanlar için pek uygun değil. Baştan söyleyeyim. Sonra şeyolmasın :)

 

4 - Casa Lavanda

Sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin en güzel, en şık otellerinden biri Casa Lavanda. Şile’nin, Ulupelit köyünde fakat daha çok Güney Fransa’nın dantel gibi kasabalarında hissediyorsunuz.

Tatilden sadece ‘temiz bir oda’ beklemeyenler için muhteşem bir seçenek. Çünkü burası çok daha fazlası. 21 dönüm arazi içinde 14 oda.

Birbirinden çıldırtıcı renklerin olduğu bir bahçe, zevkli döşenmiş - her biri farklı konseptli odalar, çıtayı arşa ve hatta Mars’a çıkaran bir restoran... Casa Lavanda sadece otel hizmeti sunmuyor, muhteşem bir deneyim yaşatıyor.

Mesela son yıllarda yediğim en leziz, en yaratıcı yemekleri kesinlikle burada yedim.

Masaya gelen ürünlerin çoğu kendi seralarından ve bostanlarından. Doğal, taze, leziz.

Kahvaltı, yemek ve SPA için dışarıdan da gelebilirsiniz ama önceden rezervasyon şart.

 

5- 1850 Alaçatı

Alaçatı merkezde, pazarın hemen dibinde pırıl pırıl, mis kokulu bir butik otel. Logosundaki flamingo, Alaçatı’nın geçmişteki ‘misafirlerine’ gönderme.

1850, Sakızlı Rumların bataklığı kurutmak için geldikleri yıl imiş. Bataklık kurutulmuş ama Sakızlı işçiler geri dönmemiş. Alaçatı’yı kurmuş. Kasabanın miladı bu.

Ev sahipleri dünyanın en misafirperver insanları. Füsun ve Murat Baskı. Ankaralı iki eğitimci. Küçük otel fikrini hep çok sevmişler ve kendilerinin de olsun istemişler. Alaçatı’nın en elverişli yerinde küçük bir arsa almışlar. İnşaatlarına yıkıntılardan taş toplayıp evi eski taşlarla yapacak kadar özen göstermişler. Panjurlardaki turkuazı tutturmak için kılı kırk yarmışlar. Ufacık bir detay için haftalarca uğraşmışlar. Sonuç: Çok güzel.

Odalar geniş, mis kokulu. Bahçe minik ama sevimli. Ve fakat esas olay coşkun kahvaltısı. Bir gün Boşnak böreğine uyanıyorsunuz, diğer gün pişi, kek, el açması börek, poğaça, kurabiye... Her gün başka bir ‘lezzet bombası’ ile günaydın diyorlar misafirlerine.

 

6- Papuli

Papuli, Karamürsel’in Çamçukur köyünde. Ve adından da anlaşılacağı üzre çamlarla çevrili şirinler şirini bir köy.

İstanbul’a da oldukça yakın. Osmangazi köprüsünden geçin, bir saat beş dakika oradasınız. Papuli, Lazca ‘dede’ demek. Osmanlı Rus savaşında Artvin Arhavi’den gelenlerin kurduğu bir köy olduğu için ismi Papuli.

Yedi odalı ahşap tuğla karışımı bir butik otel.

Jilet gibi, şık şıkırdam bir butik otel beklemeyin. Butik otel havasında güzel bir köy evi demek daha doğru olur aslında.

Odalar sevimli ve pırıl. Ev sahibesi eski objeleri seviyor ve özellikle ortak alanda kullanmış. Girişte hemen bir kuzine var. Etrafında yayılıp yuvarlanmalık koltuklar. Yanında küçümen bir mutfak. Bahçe özellikle ilkbahar aylarında fevkalade. Manzara ormanların içinden İzmit körfezi.

Not: Haftasonu dışarıdan da kahvaltıya gelenlerle çılgın bir kalabalık oluyor. İmkanınız varsa ‘hafta içi’ gitmenizi öneririm.

 

Şehirden Kaçış Durakları


7 - Güllü Konakları

Köyün merkezinde. Hani o sevimli, minik çarşısı var ya. Oraya 100 metre. Sahibesi Martı Oteller’in sahibi Oya Narin. Bu köye karşı özel bir sevgisi var. Yıkılmakta olan bir Rum evini alıp özenle yeniden yaptırmış. Sonuç: Bu şahane konak.

Restorasyon son derece başarılı. Tavanlar, gıcırdayan merdiven, ocaklar elden geçirilerek olduğu gibi korunmuş. Giriş katı harikulade bir oturma ve yemek odası olarak düzenlenmiş. Dekorasyon dergilerine çıkacak kadar şık, özgün, rahat. Göz yaşartacak güzellikte bir bahçe yapmışlar. Otelin arka tarafında adına yaraşır bir gül bahçesi var: Envai çeşit renk ve koku.

 

8- Sacred House

Olamaz bir yaratıcılıkla inşa edilmiş, şaşırtıcı ve bir o kadar da fantastik bir otel SACRED HOUSE. 250 yıllık kesme taş ustalığının muhteşem örneklerinden, bir Rum konağının restore edilmesiyle yaratılmış 21 odalı butik otel. Adı ‘kutsal ev’ anlamına geliyor.

Ev sahibi Turan Gülcüoğlu eşine rastlanmayan bir yer yaratmış. Kapıdan girdiğiniz an Ortaçağ’a ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Dünyanın en güzel kavisiyle yukarı çıkan merdivenler, Batı felsefesine ait kitapların ilk baskıları, yine başka zamanları işaret eden tablo, aksesuar, mobilya, her köşe başında antikalar.

Her oda başka bir tema, başka bir çılgınlık.

Ben Bizans odasında kalmıştım. Odanın bir köşesinde hazine var. Evet, yanlış duymadınız, hazine konsepti yapmışlar. Kocaman bir sandık, etrafa saçılan altınlar, takılar.

 

9- Millstone Kapadokya

Uçhisar, Kapadokya beldeleri arasında galiba en ‘gerçek’ olanı. Millstone bu gerçeklik içinde cesur ve çarpıcı bir otel.

Dıştan bakınca yakışıklı bir Kapadokya yapısı. Sanırsın ki Ortaçağdan kalma minik bir mahalle. İçeri girince işler değişiyor. Kapadokya’ya has mimarinin belki de en uç örneği. Otantik klişelere hiç prim vermemişler. Sade ama çarpıcı. En şık uluslararası oteller ayarında her şey. Yeraltlarından beklenmeyecek büyük, geniş odalar, esrarengiz yerden aydınlatmalar, uçan metal merdivenler, yerden ısıtmalar, bir Japon heykeltraşın elinden çıkma şahane heykeller...

Ev sahibi Alper Kankılıç. Genç bir turizmci. Oteli yaparken çok uğraşmış, özenmiş. Geri dönüşüme özen vermiş. Ahşaplar, metaller hep daha önce kullanılmış malzemeler. Hizmeti en üst seviyede tutmak için gece gündüz çalışanlardan. Bir bakıyorsun kokteyl yapıyor, bir bakıyorsun ampul değiştiriyor. Her an her yerde. Hal böyle olunca başarı kaçınılmaz oluyor.