Uyku, uyku, uyku… Bloguma gelen yorumlardan gördüğüm kadarıyla bebek bakımında annelerin en şikayetçi olduğu konulardan biri, hatta birincisi diyebilirim. E haklılarda… Bebek bakımı zaten son derece özveri isteyen ve kimi zamanlar da yorucu bir süreç. Bir de bu tempoya uykusuzluk eklenince anneler zıvanadan çıkıyor. Özellikle anneliğin ilk aylarında bebeğiniz uyumadığında ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Öte yandan her bebeğin huyu farklı olduğu için, birinci bebeği melek gibi uyuyan bir anne bile ikinci bebekte birden uyku sorunuyla karşılaşabiliyor.
Uyku sorununa çözüm bulmak için çeşitli yöntemler deneniyor. Akrabalara ve arkadaşların fikri alınıyor. Kitaplar karıştırılıyor. Doktora akıl danışılıyor. Sonunda gecenin bir vaktinde baba yorgun gözlerle bebeği kucakta dolaştırırken, anne de zombi kıvamında internete bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor.
Uyku konusunda hem kendi tecrübelerimi paylaşmak hem de okurlarımın sorularını yanıtlamak adına pek çok blog yazdım. Tecrübesizlik dönemlerimde ben de ilk olarak , ardından ’ni ve daha pek çok yöntemi denedim.
Zamanla Can’la beraber yaşamaya alıştıkça, eşim Kuzey ile birlikte kendi uyku rutinlerimizi ve yöntemlerimizi
Bizim kuşaktan olanlar hatırlayacaktır, çocukken dergilerde ve gazetelerde beğendiğimiz fotoğrafları kesip boş bir deftere yapıştırırdık. Kimi zaman sevdiğimiz bir şarkıcı, kimi zaman harika bir kumsal ya da güzel bir kıyafetin resmi olurdu yapıştırdıklarımız. Bu fotoğraflarla bir anlamda beğenilerimizi, isteklerimizi ya da moda anlayışımızı ortaya koyardık. Bazen bu fotoğraflar hatıra defterlerimizin sayfalarını süsler, okul defterimizin ve dosyamızın kapakları olurdu.
İşte Pinterst bunun dijital ortamdaki modern versiyonu. 2010 senesinde açılan ve geçen senenin sonu itibarıyla neredeyse 15 milyona yaklaşan kullanıcı sayısıyla yurtdışında çok popüler olan Pinterest, Türkiye’de de yavaş yavaş yükselişe geçiyor. İnternette beğendiğiniz fotoğrafları etiketlediğiniz bu websitesini kullananlar, hobilerini ve ilgi alanlarını ortaya koyuyor.
Pinterest’i ziyaret ederek yaklaşan düğününüzün konseptini belirleyebilir, bu baharda neler giyeceğiniz hakkında fikir sahibi olabilir, misafirlerinize sunmak üzere orijinal yiyecek fikirleri edinebilir ya da kendinize harika bir kazak modeli bulabilirsiniz. Sitede göreceğiniz fotoğrafların hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacağından emin
Odur-budur derken 21.ayı da bulduk. Şaka gibi, yakında 2 yaşında bir oğlumuz olacak.
Bu aralar Can efendinin karakter patlamasıyla uğraşıyoruz. Herşey illa dediği gibi olacak. Bizi kızdıran ya da yasakladığımız şeyler özellikle yapılacak. Yağlı eller kafaya sürülecek; odaların kapısı çaktırmadan açılıp, elbise dolapları boşaltılacak; ayakkabıların altı ellenecek; koltuk tepelerinde gezilecek… Bütün bunlar yapılırken de göz ucuyla anne/babanın tepkileri izlenip, bıyık altından gülünecek. Kızıldığı zaman yerlere yatılacak. Yuvarlanarak uzaklaşılacak.
Karakter konusunda olduğu gibi fiziksel gelişim konusunda da bir genleşme halindeyiz. Can’ın boyu süratle uzamaya devam ediyor. 2 aylık uzun bir seyahatten dönen arkadaşlarımız ne kadar büyüdüğüne inanamadılar. Tabii biz hergün gördüğümüz için o kadar farkına varmıyoruz. Ancak başkaları söylediğinde anlıyoruz. Bir de sokakta, parkta başka çocukları gördüğümüzde ve kaç yaşında olduklarını öğrendiğimizde Can’ın 2-3 yaşındaki çocuklarla aynı boyda olduğunu görüp şaşırıyoruz. Gelgelelim boyda gösterdiğimiz performansı kiloda gösterdiğimiz söylenemez. Can o konuda muhtemelen babasına çekecek: Uzun ve ince. Zaten düşünürsek bana
İnsanın konuştuğu şeyin anlaşılmaması ne kadar acı… Ah! Pek dramatik bir giriş oldu değil mi? Duyan da “vah vah, Tanla’yı kimse anlamıyormuş, yaa işte kadınlar böyle yalnız oluyor.” “Aman efendim, kadınlar Venüs’ten erkekler Mars’tan” falan diye çıkarımlar yapacak…
Bir kere efendim konu benimle ilgili değil. Konu bizzat bizim bebek oğlan. Hatırlarsanız son rutin doktor ziyaretinde “Bizim yavru kuş konuşmuyor doktor bey, ne yapalım, ne edelim” diye sorduğumuzda doktor amca gözlerini kocaman kocaman açarak “Efendim, emzikle, biberonu keseceksiniz. Bakın ondan sonra şakır şukur konuşur.” demişti. Bu muhabbetin üzerinden 3 ay geçti. Bizdeki durum şu: Azaltmasına azalttık, ama, ne emziği ne de biberonu bırakabildik.
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. Bunun sebepleri nedir diye düşünelim… Her ne kadar bizim velet emziğe acayip sevdalıysa da biberona o kadar da bayıldığı söylenemez. Aksine biberon yerine evdeki bilimum bardaklardan içmeyi tercih ediyor. Hatta bardağın boyutu ne kadar büyük olursa o kadar makbul. Sanırım büyük bardakla içmeyi adam olmakla bir tutuyor. Hali o kadar komik ki, geçenlerde kocaman bir bardağı kafaya dikip dibindeki suyu bitireceğim derken,
1917 senesinde İngiltere’nin kırsalında Cottingley isimli ufak bir kasabada Elsie (16) ve Frances (12) isimli iki kız çocuğunun perilerin fotoğrafını çektiği duyuldu. Fotoğraflar amatör bir fotoğrafçı olan Elsie’nin babasının evde kurduğu karanlık odada banyo edilmişti.Peri fotoğrafları, daha sonra fotoğraf konusunda dönemin uzmanı tarafından incelendi. Her ne kadar fotoğraf uzmanı perilerin gerçek olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmese de, fotoğraflarda bir oynama olmadığını ve kamera neyi gördüyse onun fotoğrafını çektiğini söyleyerek bir anlamda fotoğrafların orijinal olduğunu doğruladı.Bu söylentiler kendisi de bir spiritualist olan ve bizim Sherlock Holmes romanlarıyla tanıdığımız ünlü yazar Sir Arthur Conan Doyle’un ilgisini çekti. Fotoğrafların dönemin ünlü dergisi The Strand Magazine’de yayınlanmasına aracılık etti. Bu şekilde peri fotoğrafları geniş bir kitle tarafından duyulmuş oldu. Fotoğrafların gerçek olup olmadığına dair tartışmalar senelerce sürdü ve zaman içinde azalarak unutuldu.Yıllar sonra 1983 senesinde ile yapılan bir röportajda, Elsie ve Frances, fotoğraflarda görülen perileri dönemin ünlü bir çocuk kitabından kopyalayarak kartona
Siz de benim gibi yeni yıl yemeğini fazla kaçıranlardan mısınız? Akşam tıka-basa yemek güzel, 2013'ün ilk gününe aynada burnunuza dayanmış kocaman bir göbekle başlamak paha biçilmez! Hele göbeğiniz benim gibi 5 aylık hamile kıvamındaysa, hamilelik günlerinizi mumla anmanız işten bile değil. En azından o göbeğin iyi-kötü bir fonksiyonu vardı.
Bu korkunç yüzleşmeden sonra gözlerinizi aynadan süratle kaçırır, çok lazımmış gibi yeni yılın ilk kahvaltı sofrasına oturursunuz. “Amaaan, nasıl olsa ne yapsam olmuyor” diyerek, 2012'nin hırsını bir de orada çıkarırsınız. Kahvaltının ardından, tatil de olmasının verdiği rehavetle miskin miskin internet gazetelerine bakmaya başlarsınız. Gazeteciler hızını alamamış 2012'nin özetlerini, “en”lerini ya da Top 10 listelerini vermeye devam etmektedir. Geçen senenin en güzel hamile ünlüleriyle ilgili bir haber gözünüze takılır.
Amerikan gösteri dünyasındaki yıldızlarının hamileliğinin ortak noktası, hamilelik süresince bana göre çok ilginç bir şekilde kilo alıyor olmaları. Öncelikle ilk trimesterde hamile olduklarını fark etmek imkansızdır. (Hoş, ilk trimesterde nedendir bilinmez, bende de öyle olmuştu. Dünya üzerindeki her türlü yemeğe “bu
21 Aralık felaketiyle ilgili haberler gazeteleri, televizyonları ve tüm sosyal medyayı basadursun, Bebek ve Ben kameraları, felakete bir gün kala, hepimizin yakından tanıdığı çeviriyor.
- Buse kızım bir dakika bakar mısın?
……
- Busee!
……
- Kız Buse, çenesi çekilmeyesice, bir bak diyorum!
- Ne var anne ya, şurada Facebook arkadaşlarımla chatleşiyorum.
- Yapıştın yine o ekrana. Bir tek kolunda serumunla, altında ördeğin eksik… Töbe ya! Sabah sabah söyletiyorsun anneyi. Kızım markete gitte bize 10 tane ekmek, birkaç paket makarna al.
Anne olmadan önce ne kadar rahat, kaygısız bir yaşantısı oluyor insanın öyle değil mi? Öncelikle kendinize, çalışıyorsanız patronunuza, bir de aileniz ya da yakın arkadaşlarınıza karşı sorumlusunuz. Bakın anne olmak insanı nasıl da değiştiriyor? Daha önce yapmam dediğiniz şeyleri bal gibi yapmaya başlıyorsunuz.
Öncelikle yemek konusu. Yemek pişirmeyi her zaman sevdim. Her türlü yemeği yapabilmekle beraber, fazla zaman harcamadan, tercihen 30 dakikanın altında pişireceğim yemekler favorimdir. (Teeembel, tembel, tavuklara yem ver!) Can dünyaya gelmeden önce Kuzey ile yemek tercihlerimiz daha kolaydı. Dilediğimiz sıklıkta yemek pişirir, kimi zaman öğün atladığımız, uyduruk-kaydırık bir sandeviçle geçiştirdiğimiz ya da dışarıda yediğimiz de olurdu. Can dünyaya geldikten sonraki ilk birkaç ayın da nispeten kolay olduğunu söyleyebilirim. Kendi yemek düzenimize olduğu gibi devam ediyor, Can’a da aldığı tek besin olan sütü ayarlıyorduk. Gel gelelim Can katı gıdaya geçtikten sonra işler değişti. Bir kere kendimiz ne olursak olalım, istersek keyfi açlıktan yerlerde sürünelim, Can’ın yemeğini ihmal etmek gibi bir durum söz konusu olamazdı. Üstelik mutlaka tuzsuz, şekersiz ve sağlıklı