İnsanın konuştuğu şeyin anlaşılmaması ne kadar acı… Ah! Pek dramatik bir giriş oldu değil mi? Duyan da “vah vah, Tanla’yı kimse anlamıyormuş, yaa işte kadınlar böyle yalnız oluyor.” “Aman efendim, kadınlar Venüs’ten erkekler Mars’tan” falan diye çıkarımlar yapacak…
Bir kere efendim konu benimle ilgili değil. Konu bizzat bizim bebek oğlan. Hatırlarsanız son rutin doktor ziyaretinde “Bizim yavru kuş konuşmuyor doktor bey, ne yapalım, ne edelim” diye sorduğumuzda doktor amca gözlerini kocaman kocaman açarak “Efendim, emzikle, biberonu keseceksiniz. Bakın ondan sonra şakır şukur konuşur.” demişti. Bu muhabbetin üzerinden 3 ay geçti. Bizdeki durum şu: Azaltmasına azalttık, ama, ne emziği ne de biberonu bırakabildik.
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. Bunun sebepleri nedir diye düşünelim… Her ne kadar bizim velet emziğe acayip sevdalıysa da biberona o kadar da bayıldığı söylenemez. Aksine biberon yerine evdeki bilimum bardaklardan içmeyi tercih ediyor. Hatta bardağın boyutu ne kadar büyük olursa o kadar makbul. Sanırım büyük bardakla içmeyi adam olmakla bir tutuyor. Hali o kadar komik ki, geçenlerde kocaman bir bardağı kafaya dikip dibindeki suyu bitireceğim derken, dengesini kaybedip popo üstü oturdu.
Ancak Can’a bardak verme düşüncesi bizim tir tir titrememize neden oluyor. Çünkü bardakta ne zaman 1 parmaktan fazla su olsa, bizimkisi içmek yerine halının üzerine boca etmeye bayılıyor. Farkına varmazsak bir de üzerine basıp çoraplarını ıslatıyor. Geçen gün bilgisayarımın klavyesi de bu sulama işleminden nasibini aldı. Hemen ters çevirip suyu boşaltmasam devrelerin yanması işten bile değildi. Bir de maymun gibi her yaptığımı taklit etmez mi? Benim klavyeyi ters çevirip arkasına pat-pat vurduğumu gördüğünden beri eline geçen her fırsatta klavyeyi ters yüz edip pat-patlıyor. Sanırım klavyenin içinden çıkan tost artığı, saç, toz gibi bilimum süprüntü hoşuna gidiyor.
Neyse, biberon olayına geri dönersek, Can biberon yerine bardağı tercih etmesine edecek de… Biz içindekilerin dökülme riskinden dolayı biberonu tamamen ortadan kaldıramıyoruz. Sabah kahvaltısında süt ya da portakal suyu bu nedenle hep biberonla veriliyor. Yine uykuya yatarken sütünü de biberonla vermek işimize geliyor. Gece vakti kim pijamanın üzerine ya da yatağa dökülen bir sütü temizlemek ister ki… Velhasıl biberon olayını bebek bıraksa da biz bir türlü bırakamıyoruz.
Gelelim emziğe… Emziğimizi pek bir seviyoruz. Düşünceli olduğumuz zamanlarda hızlı hızlı, keyifli olduğumuz zamanlarda gevşek gevşek emiyoruz. Bazen de sapından tutup ağzımızın içinde tam tur döndürüyoruz. Lakin doktor amca emziği keseceksiniz diye tembihlediğinden beri emzik süresini azalttık. Sabah kalkınca tıpayı açıyoruz, uykuya yatana kadar emzik yasak. Uyku vakti yeniden ortaya çıktığında bir sevinç çığlığı atılıyor. Dolayısıyla gündüz boyunca tıpa açık olduğundan konuşma serbest.
Yavruyu konuşmaya teşvik için türlü numaralar yapıyoruz. Yaptığımız hareketleri seslendirmeler, cisimleri işaret ederek ismini söylemeler falan gırla gidiyor. Lakin bizimkinde tık yok. Arada sırada lütfen sarfettiği ge! (gel) ve birkaç hafta önce bir sabah aniden lütfederek babasıyla beni sonsuz mutluluklara gark eden Hohey (Kuzey-babasının adı) kelimeleri dışında bir numaramız yok.
Bununla beraber anneyle babanın her söylediğini gayet iyi anlıyor ve hatta işimize gelmediğinde anlamazlıktan gelerek karakterimizi de ortaya koyuyoruz. Vücut organlarının öğrenilmesi (kafa, saç, göz, kulak, burun, ağız, diş, bacak, ayak, el, popo, tummy-karın) tamamlandı. Sorunca başarıyla gösteriyor. Hatta dişlerini göster kısmında pek bir gülüyor. “Elini kokla Can” deyince o minik el buruna yapıştırılıp “mmmfff” diye koklanıyor, “Bunu al, babaya götür” diye ufaktan ev işleri de yaptırılıyor. Gelgelelim konuşma makinası kapalı…
Ha bu çocuk hiç konuşmuyor mu diyeceksiniz. Valla aslında şakır-şakır konuşuyor da seçtiği kelimeler ne Türkçe ne de İngilizce sözlüklerde mevcut. Daha çok Can’ca konuşuyor. Bize de beden ve işaret diliyle desteklediği cümleleri anlamak düşüyor. Allahtan söyledikleri “Annecim aşk acısı çekiyorum, kalbim çok kırık.” ya da “Bu üçgenin sinüsüyle, kosinüsünü kotaramadım anne” kıvamında değil. Garibim “süt ver, kakamı yaptım, bırak da o trenle biraz da ben oynayayım” üçgeninde dolaştığı için anlaması kolay oluyor.
Hele bir de soru vurgulamasıyla söylediği “Hehoyle hinne olehye hoye?” gibi cümleleri var ki adamın içini eritir. Eminin önemli birşey soruyor ve hatta yanıtını bekliyor ama bu anneyle baba anlamıyor maalesef. Bazen çene ishali kıvamında konuşuyor da konuşuyor. Biz de kendini kötü hissetmesin diye ”Hı-hı, evet oğlum, ayyynen öyle” falan diyoruz ama aslında tık yok. Kuzey zaten “Ah şu çocuk bir konuşsa”yı diline türkü etti. Ben desen aynı şekilde. Deli gibi kendi kendime monolog oynayıp duruyorum.
Geçenlerde çalan telefonu bizden önce kapınca konuşmasına izin verdik. Cep telefonunu tersten tutarak kulağına yapıştırıp, sağ elini de beline koymuş bir şekilde evde yürüyerek “Meheyya huhiy he, ahahnon” diye konuşan bir cüceye ne demeli…
21. ay doldu arkadaşlar, 22'den gün alıyoruz. Erkek çocuklarının geç konuştukları duyulmamış birşey değil, ama, daha ne kadar bekleyeceğiz? Fikri olan cidden beri gelsin… Zira bu anneyle babada fikir tükendi.
Tanla
Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>