Başka bir aşk istemez. Aşkınla çarpar kalbimiz. “Ey vatan, gözyaşların dinsin. Yetiştik çünkü biz”*
Emlakçı, Güllük’te denize sıfır Hazine arazisini 40 yıldır izinsiz kullanıyormuş! Araziye restoran, “beach club”, binalar yapmış! Kimse görmemiş! Denize dolgu yapınca Bodrum Yurttaş İnisiyatifi farkına varmış.
Milas Kaymakamı, Mal Müdürlüğü tarafından, bu uyanık vatandaş! Hakkında davalar açıldığını, hepsinin kazanıldığını, tahliye kararının Jandarma tarafından işgalciye tebliğ edildiğini söylemiş! Gerisini getirmemiş!
Kısa süre önce de Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü tarafından yine tutanak tutulmuş ve suç duyurusunda bulunulmuş!
Ama arkadaş hâlâ orada oturuyor! Binaları, restoranı yerli yerinde! Göğsünü gere gere de “Tapum, inşaat, iskan ruhsatım, hiçbir yasal iznim yok!” demiş! Dürüst adam vesselam!
Biraz eşeleyin göreceksiniz. Tutanakları tutan, oraları yıkmakla görevli olanlar yıllardır gidip yemeğini yemiş, kahvesini içmişlerdir. Belki “beach club”da denize bile girmişlerdir, ailecek! Eh sonuçta, bir acı kahvenin kırk yıl hatırı olur!
Belki anımsarsınız. Geçtiğimiz yıl MNG Holding’in patronu Pina Yarımadası’nda denize üç-beş taş atmıştı da 1,2 km deniz dolmuştu! O dolgu da hâlâ yerinde duruyor. O zamanki Milas Kaymakamı görevden alınmış ama başka yere kaymakam yapılmıştı. Başarılı yönetiminin ödülü olarak! MNG denizi doldururken Milas Kaymakamı’nı elinden tutup yurtdışına geziye götüren Muğla Valisi ne oldu izlemedim. Belki o da terfi etmiştir!
Mülkiye Mektebi kapandı mı acaba? Ülkeye sahip çıkmaktan, devletin yasalarını uygulamaktan bu kadar uzak bu kaymakamlar, valiler benim okulum Mülkiye’den çıkmaz da! n
* Mülkiye Marşı. Güfte: Cemal Edhem Yeşil. 1918. Mülkiye 1921 mezunu.
Güneşin sevdalısı
O güneşe âşıktır! Hem de ne aşk!
Her sabah güneşi bekler. Her akşam da!
Güneş onun farkında mıdır, bilinmez. Güneş herkes için yaşamsaldır ama hiçbir canlı güneşe böylesine bağlı değildir. Gözünü güneşten ayıramayan tek odur. Güneş nereye, o oraya! Adım adım! Santim santim!
“Günebakan” adı bundadır. Böylesine “cuk” oturmuş bir ad daha duyulmamıştır.
Küçük bir çekirdekten öylesi bir güzellik nasıl doğar, bu da akıl alır değildir. Peki o küçücük çekirdeğin daha topraktan başını çıkarır çıkarmaz güneşi araması!
Neredeyse bir tepsi kadar olup, yüzlerce ayçiçeği tohumunu taşıyan o kocaman kafasını, her saniye güneşe çevirmesi nasıl bir doğal mükemmelliktir?
“Ayçiçeği” de demeleri acaba onun da ay gibi güneşi izlemesinden midir? Güneş olmadan, bir hiç olmasından mıdır? Öyle ya, güneş olmasaydı, güneşin ışınlarını yansıtmasaydı ayı kim görebilirdi ki? Selene ile Endymion efsanesi yaratılır mıydı?
Ama günebakan, aydan çok güneşe benzer. Hatta güneşin tıpkısıdır. Şöyle az geriye -tabii bazılarımız epey bir geriye- gidin bakalım. İlkokulda “Güneş çizin” dediğinde öğretmen, nasıl bir şey çizerdik?
Günebakan, güneşe baka baka onun dünyadaki sıfatına dönüşmüştür.
Günebakan güneşe sevdalıdır. Gözü başkasını görmez. Güneş her akşam onu bırakıp gider. Günebakan onun geri geleceğini bilir. Daha gelmeden yüzünü güneşin doğacağı yere çevirir, gözünü diker, bütün gece öylece bekler! Bakın göreceksiniz. Günebakan daha güneş kavuşmadan, yüzünü tan yerine dönmüştür bile. Onun için güneşin gitmesi değil, nasıl olsa gelecek olması önemlidir. Günebakan bunu bilir.
Güneşe âşık günebakan sevilesi bir canlıdır. Ve günebakanı çok seven, onu gördüğünde, güneşi görmüş günebakan gibi içi sevda dolan birini biliyorum. Ne güzel!