Ülkemiz prehistorik dönemden günümüze çok sayıda korunması gerekli kültür varlığına sahiptir. Bu kültür varlıklarının elbette tümüne değil, ama bazılarına asli fonksiyonlarını iade etmek gerekir
“İnsanın ilk görevi doğru olanın peşinden gitmek ve doğruyu araştırmaktır.”
Cicero
Geçen aylarda yayımlanan bir gazete haberi dikkatimi çekmişti. Kültür turizmi yapan gelişmiş ve turizm sektöründe rakibimiz olan ülkeler “Bu konuda neler yapmaktalar?” konulu bir haberdi. Bu haberde adı geçen bir dostumu aradım, “Neler oluyor?” diye sordum. Kendisine aylar önce Kapadokya’da yapılan bir parti görüntüsünün gönderildiğini, tasvip etmediği görüntüler içerdiği için fikrini ifade ettiğini söyledi. Ancak haberdeki açıklaması farklı bir çağrışım yapıyordu.
Giorgio Grassi
Kültürel açıdan gelişmiş ve zengin taşınmaz kültürel mirasa sahip ülkeler, giderek artan bir hızla tarihi yapılarını onarıp, gelir kaynağı olarak kullanıma
Beş buçuk yıl süren çalışma sonucu restorasyonu tamamlanan Notre Dame Katedrali 7 Aralık’ta düzenlenecek bir törenle kapılarını yeniden halka açıyor. Bugüne kadar onarım süresince yapılan açıklamalar, yarışmalar, film çekimleri, üç boyutlu animasyonlar dünyanın ilgisini hep canlı tuttu.
Sen Nehri üzerinde yer alan Île de la Cité Adası’nda bulunan Notre Dame Katedrali (Cathédrale Notre Dame de Paris), Gotik mimarinin en önemli eserlerinden biri olduğu kadar, Paris’in de en ünlü binalarındandır. Muhtemelen Pagan döneminde Zeus / Jupiter Tapınağı’nın bulunduğu alanda, farklı dönemlerde yapılmış iki ayrı bazilikanın birleştirilme düşüncesiyle yola çıkan dönemin Paris Piskoposu Maurice de Sully’nin girişimiyle Meryem Ana’ya adanan bu yapının 1163 yılında yapımına başlanır.
Notre Dame’ın Kamburu
Yapımına VII. Louis’in hükümdarlığı döneminde (1137-1180) başlanan yapı, zaman içinde çeşitli bölümler hâlinde ibadete açılır.
Ebû’l Hasan El-Mâverdî yaşamı boyunca ahlak, toplum bilim, siyaset ve iktisat konularında düşünceler geliştirir. En önemli eserlerinden biri, “Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi” olarak bilinen “Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk” isimli kitabıdır
Ebû’l Hasan El-Mâverdî (974-1058) Basra’da dünyaya gelir. Önce Basra’da daha sonra Bağdat’ta eğitim görür. Mâverdî’nin yaşadığı yıllarda Abbasi Devleti ikinci dönemini sürdürmektedir. Fâtımîlerin Mısır’da (909-1171), Emevilerin ise Endülüs’de (929-1031) hilafet ilan etmeleri sonrası Abbasi Devleti İslam dünyasının tek otoritesi olma özelliğini kaybeder. Abbasi Devleti’nin yönetiminde Büveyhoğulları ailesi giderek güç kazanır ve fiilen devleti yönetir hâle gelir (932-1055). Abbasilerin tek otorite olma özelliklerini kaybetmeleri ile birlikte toplumu oluşturan insanlar dinî inançlarına ve etnik yapılarına
Sevginin gelişmesi için öncelikle kendimiz ile barışık olmalı, kendimize karşı sevgi duymalıyız. İnsanın kendini sevmesi ile başlayan bu duygu daha sonra aile ortamına yayılır, oradan da bulunduğumuz her ortamın sevgi topluluğu hâline gelmesine imkân sağlar. Sevgi mutlaka bir karşılık bulur ve başka olumlu gelişmelere de kaynak olur
“Aşk ile sevgi ebed-bünyâd ola, Ger sûret gam-nâk ola, ger şâd ola.”
“Aşk ve sevgi sonsuza kadar yaşasın ister kederle olsun ister mutlulukla.”
Âşık Paşa
Yazılarımı okuyan, bazı konularda beni uyaran sevgili kızlarım Esra ve Âzra, bir gün “Baba ‘Sevgi Üzerine’ de bir yazı yazsana” dediler. Uzun bir zamandır bende böyle bir yazı yazmayı düşünüyordum. Elbette sevgi konusunda bazı düşüncelerim vardı, ama arama arzum daha baskın çıktı ve başladım araştırmaya…
“Sevgi” sözcüğü Türkçe bir kelimedir. Ferit Devellioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”inde yer almaz. Eski Türkçe’de sevgi yerine;
Gençler yeni çalışmalara daha kolay katılırlar, refleksleri her konuda daha güçlüdür. Ancak büyük oranda tecrübeleri eksiktir. Tecrübe kıymetli bir birikimdir, kolay kolay elde edilemez. Hoş tecrübenin yaşla ilgisi de tartışılır, ama yaşadığı süreyi değerlendirmesini bilen her insanın ister istemez oluşan bir birikimi vardır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde yaşayan, tecrübe sahibi insanlara çok değer verilir.
Yaşamak Sanatı-Hayatın Küçük Felsefesi
Bir süredir gençliğimde okuduğum kitapları tekrar okumaya çalışıyorum. O dönemler edindiğim alışkanlık sonucu bazı satırların altını çizmişim. Onları görüp tekrar okuyunca bazılarının hayatımda önemli izler bıraktığını şimdi daha iyi anlıyorum. Bu kitaplardan biri de André Maurois’in “Yaşamak Sanatı”dır. Bu kitap 1948 yılında Kanaat Kitabevi tarafından basılmış. Dili oldukça eski, bazı kelimeleri artık kullanmıyor, anlamını bilmekte zorlanıyoruz. 1948 baskısının iç kapağında “Üçüncü bası” yazıyor. Türkçeye
Genç Plinius’un “Anadolu Mektupları” adlı kitabı ülkemizin geçirdiği evreleri öğrenmek isteyenlerin okuması gereken bir kitap. Kitapta “Beş iyi İmparator” olarak anılan, zalim ve baskıcı halef ve seleflerine oranla ılımlı politikaları sayesinde yönetimleri boyunca Roma İmparatorluğu tarihine “Pax Romana / Roma Barışı” adı ile geçen dönem anlatılıyor
Roma İmparatorlarından bazıları “Beş iyi İmparator” olarak anılır. MÖ 96-180 yılları arasında hüküm süren beş imparator da veraset yoluyla değil, tahtta bulunan önceki imparator tarafından özenle seçilerek evlat edinme yoluyla göreve gelmişlerdir. Zalim ve baskıcı halef ve seleflerine oranla ılımlı politikaları sayesinde yönetimleri boyunca Roma İmparatorluğu tarihine “Pax Romana / Roma Barışı” adı ile geçecek olan her açıdan zengin bir dönem yaşanmıştır.
İmparatorluğun tarihi
Beş iyi imparator birbiri ardına tahta çıkan Nerva, Trajan, Hadrianus, Antoninus Pius ve Marcus Aurelius’dur. Edward Gibbon, “The History of the Decline
“Oğlum, başkaları seni akıllı olarak görmezken, sen kendini akıllı ilan etme”, “Oğlum, yüreğinin kör olmasındansa, gözlerinin kör olması daha iyidir. Zira gözleri görmeyen adam yolu çabucak öğrenir ve yoldan sapmaz; yüreği kör olan ise doğru yolu bulamaz, helak olur”… Bilge Ahikar’ın yüz yıllarca önceden gelen öğütlerine isteyen dikkat eder ve hayatına yön verir.
Hemen her kültürde ve dilde pek çok öğüt kitabı bulunmaktadır. Bu kitaplarda çoğunlukla birbirine benzer öğütler yer alır. Anlaşılan bu öğütler her zaman varlıklarını korusalar da onlara uyulması ve onlardan ders alınması hiçbir zaman yeterli olmamış, insanlar özellikle de yöneticiler aynı hataları yapmaya devam etmişlerdir.
Bu defa size bilge Ahikar’ın öyküsünden bahsetmek istedim. Ahikar, anlatıya göre Asur Kralı Sanherib (MÖ 704-681) ve oğlu Esarhaddon’un (MÖ 681-669) efsanevi baş veziridir. MÖ II. yüzyıla ait Geç Babil çivi yazılı tablette Arami dilinde
Boş alanların, özellikle tarım toprağı erozyon sebebi ile aşınmış alanların kısa süre içinde ağaç ve bitkilerle kaplanması için öncelikle set bahçeler oluşturulması, bu bahçelerin açığa çıkan duvarlarının aşağıdan (kesin olarak yukarıdan değil) ekilen sarmaşıklar ile örtülmesi gerekmektedir. Bu arada kıraç yamaçlar yüzey topraklarını büyük oranda erozyon sebebiyle kaybettiği için, bu alanları setler oluşacak şekilde yeni toprakla doldurmak lazımdır
Türklerin göçebe dönemleri ve sonrasında yerleştikleri coğrafyalardaki bahçeler konusunda yeteri kadar araştırma yapılmamıştır. Hemen hemen ilk başkent olarak bilinen Ulan Batur çevresinde erken döneme ait bir bahçe kültürü var mı, doğrusu herhangi bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı.
Mimarlıkta bahçe kültürü
Ancak daha sonra yerleştikleri Semerkant, Buhara, Kaşgar gibi şehirleri ziyaret eden gezginler, örneğin Ruy Gonzáles de Clavijo, Semerkant’ın bahçelerinden bahsederler. Bu bahçelerin