Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

Ebû’l Hasan El-Mâverdî yaşamı boyunca ahlak, toplum bilim, siyaset ve iktisat konularında düşünceler geliştirir. En önemli eserlerinden biri, “Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi” olarak bilinen “Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk” isimli kitabıdır

Ebû’l Hasan El-Mâverdî (974-1058) Basra’da dünyaya gelir. Önce Basra’da daha sonra Bağdat’ta eğitim görür. Mâverdî’nin yaşadığı yıllarda Abbasi Devleti ikinci dönemini sürdürmektedir. Fâtımîlerin Mısır’da (909-1171), Emevilerin ise Endülüs’de (929-1031) hilafet ilan etmeleri sonrası Abbasi Devleti İslam dünyasının tek otoritesi olma özelliğini kaybeder. Abbasi Devleti’nin yönetiminde Büveyhoğulları ailesi giderek güç kazanır ve fiilen devleti yönetir hâle gelir (932-1055). Abbasilerin tek otorite olma özelliklerini kaybetmeleri ile birlikte toplumu oluşturan insanlar dinî inançlarına ve etnik yapılarına göre çeşitli sosyal gruplar oluşturmaya başlarlar. Bu durum da giderek devletin zayıflamasına ve yönetimde boşluklar oluşmasına yol açar.

Haberin Devamı

Siyâsetnâme

Mâverdî’nin yaşadığı dönemin siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa rağmen kültürel açıdan çok canlı bir devir olduğu söylenmektedir. Bazı zamanlar güneşin batışının getirdiği güzellik herkesi büyüler, ancak kısa bir süre sonra ortalığı karanlıklar basar ve göz gözü görmez olur. Mâverdî yaşamı boyunca ahlak, toplum bilim, siyaset ve iktisat konularında düşünceler geliştirir ve pek çok eser verir. En önemli eserlerinden biri olan ve “Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi” olarak bilinen “Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk” isimli kitabı iki bölümden oluşmaktadır. Kitabın birinci bölümü “Hükümdarın Ahlâkı Hakkında”, ikinci bölümü ise “Hükümdarın İzlemesi Gereken Siyâset” hakkında olup bu konulardaki görüş ve önerilerini kapsar.

“Bazısı yaratılıştan gelen bazısı da sonradan kazanılan bu huyların hepsi ancak tedrici ve disiplinli bir eğitime tâbi tutularak düzelir… İnsan kendi nefsini yönetme ile işe başlarsa başkalarını yönetmede daha güçlü olur. Kendi nefsini denetlemeyi ihmal ederse, başkalarını ihmal etmesi daha mümkün olur.” (s. 28)

Haberin Devamı

Hükümdarın Ahlâkı

Kitabının “Hükümdarın Ahlâkı Hakkında” başlıklı birinci bölümünde üzerinde önemle durulan konular; kibir, öfkeden sakınmak, sır saklamak, sabır, istişare etmek, hasetten kaçınmak, tedbiri elden bırakmamak gibi her insanın hayatında önemli rolleri olan huylar üzerinedir. İnsan zaman zaman kendini dev aynasında görür, hemen her şeyi bildiğini ve verdiği her kararın doğru olduğunu düşünür.

“Kendini beğenmenin de bazı sebepleri vardır. Onun en güçlü sebeplerinden biri kişiyi çevresindeki insanların çok methetmesi, yalan söylemeyi ve münafıklık yapmayı ticaret malı hâline getiren, devamlı hile yapan ve aldatan yağcıların övgüsüdür.” (s. 32)

Mâverdî bu bölümde bir de örneğe yer verir; “Enûşirvân’a ‘Övüldüğünüz zaman övgüyü hafife alıyorsunuz?’ denildi. O da ‘Çünkü biz daha çok yerilmeyi hak ettiği hâlde övülen kimseler gördük’ dedi.” (s. 32)

Siyaset sanatı

Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi

Sabır ve istişare

Hükümdarın sahip olması gereken özelliklerden biri de sabırdır. Saygınlık sadece zor zamanlarda sabrederek kazanılır. Sır saklamak ise yalnızca hükümdarların değil, herkesin sahip olması gereken bir niteliktir; “Çünkü sır saklamak, amaca ulaştıran en güçlü vasıta ve düşmanın hilesine karşı alınabilecek en etkili tedbirdir.” (s. 42)

Haberin Devamı

Yalnız hükümdarların değil her insanın sahip olması gereken en önemli özellik; “İstişare” yani günümüz sözcüğüyle “Danışma”ya gerek görmesidir. Hz. Peygamber bir keresinde şöyle buyurur; “Hiç kimse kendi görüşü sebebiyle mutlu, istişare etmekten dolayı da bedbaht olmaz.” (s. 46)

“Tek görüş yanlış yapabilir, tek akıl doğrudan sapabilir. Hükümdar, istişare konusunda nefsânî arzulardan uzak olup doğruluktan ayrılmayan kimselerle istişareye başvurur. Çünkü nefsânî arzu doğru görüşten uzaklaştırır ve düşünmeye engel olur.” (s. 46)

“Yoksa şahım danışacak kimsen, Tacın çıkar da ona danış sen.” (Molla Camî)

Mâverdî, hükümdarların danışacağı kimseleri bir araya getirmesinin mahzurlu olduğunu, çünkü bu tür toplantılarda ortaya tek görüş çıkacağını ve katılanların arasına kin tohumu ekileceğini söylemektedir. Eski yazılarımdan birinde bu konuya değinmiş ve bir Amerikan metodu olan “Ortak Akıl” toplantılarının her kültür için geçerli olmadığını belirtmiştim. 10 Aralık 2023 günkü “Devletin Haysiyeti” başlıklı yazımda da bahsettiğim gibi, eğitiminin büyük bir bölümünü Amerika’da geçiren Masahiko Fujiwara, bu ülkede öğrendiği metotları ülkesinde uygulamaya başlar, genel toplantılarda üzerinde mutabakat sağlanan konularda farklı düşüncelerini söyler, ancak kısa süre içinde içinde sevilmeyen bir insan hâline geldiğini görür. Çünkü Fujiwara, ülkemizde yaygın bir söz olan “Yeni icat çıkartma!” sözünün kutsiyetini ihlal etmektedir. Ne güzel herkes aynı şeyi düşünmektedir. Hoş herkes aynı şeyi düşünmemektedir, ama kötü insan olmamak için onu dile getirmekten kaçınmaktadır.

Günümüzde giderek yaygınlaşan bu anlayış, sosyal medyanın giderek genişlemesi sonucu bir dedikodu kazanının kaynamasına neden olmaktadır. Çoğunluk bu durumdan şikayetçi olsa da bu kazanın kaynadığı ateşe odun taşımaya da devam etmektedir.

“Hükümdar belli bir görüşte karar kılınca onu yürürlüğe koyar. Sonuçların yetersizliği sebebiyle istişare ettiği kişileri paylamaz. Samimi kimseye düşen görev, başarıyı garanti etmek değil, görüş bildirmektir.” (s. 48)

“Donanımlı kişiye görev veren selamette kalır, hatırını saydığı kişiye görev veren ise pişman olur.” (s. 72)

Kitabın “Hükümdarın İzlemesi Gereken Siyâset” başlıklı ikinci bölümünde de yöneticilere verilen öğütler yer almaktadır. “Haksız hüküm veren kimsenin halkı mahvolur.” (s. 94)

Siyaset sanatı

Adalet üzerine

Her ne kadar bu öğüt dönemin yöneticilerine verilmiş gibi görünüyorsa da günümüzde özellikle hukuk camiasına verilen bir öğüttür. Son zamanlarda vatandaşların devlete ve onun kurumlarına duyduğu güvenin giderek azaldığı görülmektedir. Bir ülke için kabul edilemez bir durum olan bu gidişin alınacak yasal tedbirlerle acilen düzeltilmesi gerekmektedir.

“Halk sadece yönetici ile düzelir; ancak adaletle, meskûn mahal dışındaki topraklara dahi hükmedilir.” (s. 94)

Hz. Peygamber şöyle buyurur; ‘Ümmetim adına en korktuğum şey, ağzı laf yapan münafıktır.’

“O zaman bidatler yaygınlaşır, hak mezhepler zayıflar. Sonra bu durum halkı gruplaşmaya ve taassuba sürükler. Topluluklarının çokluğunu ve güçlerinin büyüklüğünü gördükleri zaman, güç gururuna ve çokluk kibrine kapılırlar. Halk içindeki cahil zâhidler ve fâsık âlimler muhaliflerine yüklenmede birbirlerini destekler. Bu birliktelikleri yolunda giderse hükümdarın rahatça vazife yapmasına engel çıkartırlar, onun güzel davranışlarını herkese çirkin gösterirler. Kim bilir belki de düzgün gitmekte olan işler bozulur. Çünkü büyük işler onlara küçük görünür.” (s. 98)

Mâverdî bu açıklamasını iki alıntı ile daha anlaşılır hâle getirmeye çalışır. Bu alıntılardan biri Hz. Peygamber’e, diğeri ise Hz. Ali’ye aittir.

“Ümmetimi iki kişi helâk eder. Bunlar, günahkâr alim ve cahil zâhiddir.

Belimi iki kişi büktü. İbadetiyle cehalete sevk eden cahil zâhid, ilmiyle fâsıklığa davet eden âlim.” (s. 100)

Yazılışının üzerinden bin yıla yakın bir süre geçmesine rağmen gerek yöneticilerin gerekse vatandaşların uyması gereken kuralları dile getiren bu önerilerde değişen pek bir şey olmadığı anlaşılıyor. Bu ve buna benzer kitaplardan benim anladığım, insanlığın daha gelişiminin başında olduğudur. Eğer kendine çekidüzen vermezse, dünya malı ile gidecek bir yer olmadığının farkına varırsa gelecekte de var olmaya aksi takdirde helâk olmaya devam edecektir.

Bu vesileyle Dr. Abdüsselâm Arı’ya yaptığı çeviri için çok teşekkür ederim. Çoğu kez belirttiğim gibi bu tür çeviriler günümüz Türkçesine uygun olarak, herkesin okuyup anlayacağı şekilde yapılmalıdır. Yoksa yapılan çalışmalar kâğıt israfı olmaktadır. Bu konuda Türkiye Yazma Eserler Kurumu’nu birkaç yazımda eleştirmiştim. Yeteri kadar çalışmadan yapılan, döneminin kelimelerini olduğu gibi aktaran tercümelerin hemen hiç kimseye faydası yok. Bu konuda yeteri kadar bilgisi olan kişiler zaten eserin aslını okumaktalar, önemli olan dönemin diline hâkim olmayan insanlara o eserleri eriştirmektir. “Merak eden eski Türkçe öğrensin!” demek insanımız ile alay etmektir. Arap alfabesini öğrenmek hüner değildir. Önemli olan kelime bilgisidir ki çok az kişi böylesi zahmetli bir çalışma içine girecektir. Eski kültürümüzden uzak kalmanın suçu okuma bilmeyenin değil, bu konuda yeteri kadar çaba göstermeyen konunun uzmanlarınındır.

Mâverdî, (Haz. Abdüsselâm Arı), Dürerü’s-Sülûk Fî Siyâseti’l-Mülûk / Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi, İstanbul, 2019.