Sinan Genim

Sinan Genim

sinan@sinangenim.com

Tüm Yazıları

Boş alanların, özellikle tarım toprağı erozyon sebebi ile aşınmış alanların kısa süre içinde ağaç ve bitkilerle kaplanması için öncelikle set bahçeler oluşturulması, bu bahçelerin açığa çıkan duvarlarının aşağıdan (kesin olarak yukarıdan değil) ekilen sarmaşıklar ile örtülmesi gerekmektedir. Bu arada kıraç yamaçlar yüzey topraklarını büyük oranda erozyon sebebiyle kaybettiği için, bu alanları setler oluşacak şekilde yeni toprakla doldurmak lazımdır

Boğaziçi’nin bahçeleri

Türklerin göçebe dönemleri ve sonrasında yerleştikleri coğrafyalardaki bahçeler konusunda yeteri kadar araştırma yapılmamıştır. Hemen hemen ilk başkent olarak bilinen Ulan Batur çevresinde erken döneme ait bir bahçe kültürü var mı, doğrusu herhangi bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı.

Haberin Devamı

Mimarlıkta bahçe kültürü

Ancak daha sonra yerleştikleri Semerkant, Buhara, Kaşgar gibi şehirleri ziyaret eden gezginler, örneğin Ruy Gonzáles de Clavijo, Semerkant’ın bahçelerinden bahsederler. Bu bahçelerin günümüz anlayışına uygun formel bahçeler olmaktan çok tabiatın yetiştirdiği doğal bahçeler olduğu ancak şehir yaşayanlarının bu alanları gezi, mesire, toplantı mahalli olarak kullandıkları anlatılmaktadır. Özellikle Semerkant’ın, kenti 2.3 km eninde bir alan olarak saran bahçelere sahip olduğu bilinmektedir. Bu bahçelerin doğudakine “Bağ-ı Dil Kûşe” güneydekine “Bağ-ı Biheşet” denildiği kayıtlıdır

Yunan ve Roma kültüründe ne tür bir bahçe düzeni olduğu konusunda da yeterli bilgimiz bulunmamaktadır. Muhtemel Pagan döneminde kutsal alan olarak belirlenen bazı koru ve alanların daha sonraki dönemlerde park veya bahçe olarak kullanıldıkları kabul edilmektedir.

İslam’ın yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte Orta Asya, Hindistan, İran, Irak ve Anadolu ile Kuzey Afrika ve Endülüs’te çok sayıda bahçe yapıldığı görülmektedir.

Elbette yerleşik şehir yaşamına geçmiş bir kültürün yapılar dışında önceleri şehir tüketimi için daha sonraları ise günlük yaşamı zenginleştirmek için bağ, bahçe, gibi yeşil alanlar oluşturması kaçınılmaz bir sonuçtur. Örneğin Mevlânâ’nın şiirlerinde sık sık adı geçen nergis, sümbül, gül ve lale gibi çiçeklerin, çok sevdiğini söylediği Meram bahçelerinde yetiştirildiği anlatılmaktadır. Aynı şekilde Kubadabad ve Diyarbakır Artuklu Sarayı çevresinde de bahçeler olduğu, hatta günümüzde bu bahçelerden Dicle Nehri’nin kıyısındaki “Hevsel Bahçeleri”nin mevcudiyetini koruduğu bilinmektedir.

Haberin Devamı

Boğaziçi’nin bahçeleri

İstanbul bahçeleri

İstanbul bahçelerine gelince erken dönemler hakkında yeteri kadar bilgimiz bulunmamaktadır. Henry Maguire’nin yazdığı “Konstantinopolis’te Bahçe ve Park’lar” isimli bir makalede şehirde ikisi banliyölerde, diğer ikisi ise şehri çevreleyen alanlarda olan ve “Philopation” ile “Aretai” olarak bilinen iki parktan söz edilir. Bunlara ek olarak Büyük Saray çevresinde “Mesokepion” ve “Mangana” olarak isimlendirilen iki bahçe daha bulunmaktadır. Bunlardan Philopation’un çevresinin duvarlarla çevrili bir park olduğu ve sadece avlanma için doğal bir alan içermenin yanı sıra kanallar, havuzlar, taraçalar, köşkler gibi insan eliyle yapılmış düzenlemeler içerdiği de ileri sürülmektedir.

Haberin Devamı

Fetihten sonra Osmanlı hükümdarları çeşitli dönemlerde şehrin muhtelif noktalarına çok sayıda bahçe yaparlar. Muzaffer Erdoğan’ın bir makalesinde İstanbul Yarımadası’nın devamındaki alanda 6, Beyoğlu bölgesi ve Boğaziçi’nin Rumeli Yakası’nda 10, Anadolu Yakası’nda ise Fenerbahçe’den Beykoz’a kadar 13 olmak üzere 29 adet has bahçenin olduğu kayıtlıdır. XVII. yüzyılın ortalarındaki İstanbul’u anlatan Evliya Çelebi ise şehrin çeşitli bölgelerinde çok sayıda mesire yeri bulunduğundan söz eder. Bu mesire yerlerinin insan eliyle düzenlenmediği çoğunlukla eski tabirle hüda-i nabit (kendi kendine oluşan) olduğu anlaşılmaktadır.

Düz alanlarda bahçe kurulması nispeten kolaydır, ancak Boğaziçi gibi eğimli, yer yer oldukça dik yamaçları olan bir alanda bahçe oluşturmanın tek yolu, çok sayıda set bahçe yapmak ile mümkün olmaktadır. Bahçe kültürümüz ve Boğaziçi’nin yeşil alan olarak değer kazanması açısından bulunan yol ne yazık ki, Boğaziçi’ndeki yeşil alanların oluşumundan habersiz yöneticiler tarafından yasaklanmıştır.

Boğaziçi Kanunu

“18.11.1983 tarih ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nun

Genel esaslar: Madde 3 - Boğaziçi Alanının korunması ve geliştirilmesinde ve imar mevzuatının uygulanmasında aşağıdaki hususlar esas alınır.

a) Boğaziçi Alanında yer alan kültürel ve tarihi değerler ve doğal güzellikler muhafaza edilir ve doğal yapı korunur.

b) Boğaziçi Alanı bu Kanunun amaçlarına uygun olarak ve doğal ve tarihi çevreye uyumu gözetilerek güzelleştirilir ve geliştirilir.

c) Boğaziçi Alanında tarihi ve milli kültürümüze dayanan yaşamın yeniden canlandırılması, mesire yerlerinin geliştirilmesi ve gezinti alışkanlıklarının sürdürülmesi teşvik edilir.”

“a” bendindeki “doğal yapı korunur” hükmü, konuya yabancı, ama her konuda fikri olanlar tarafından “kıraç alanların korunması” olarak anlaşılmış ve bir dönem Boğaziçi’nin ağaçlanmasına sebep olan taraça veya set bahçe yapımının yasaklanmasına neden olunmuştur.

Hâlbuki günümüzde Boğaziçi’nde bulunan hemen her koru ve ağaçlıklı alan çeşitli kotlarda oluşturulan taraçalar sayesinde ağaçlanmış olup yeşil dokularını muhafaza etmektedir. Boğaziçi’nin yeşil alanlarının büyük bir bölümünü oluşturan eski mezarlıklar da kabirlerin küçük taraçalar oluşturması, böylece erozyonun önüne geçilmesi sayesinde ağaçlıklı alanlar hâline geldiğinin farkında bile değiliz.

Boğaziçi’nin bahçeleri

Boğaziçi’nin yeşil dokusu

Has bahçeler dışında Boğaziçi’nin geçmişe nazaran daha ağaçlıklı alan hâline gelmesine katkı sağlayan en önemli neden, özellikle XIX. yüzyıl ortalarından itibaren yapımına başlanan çeşitli elçilik yazlıkları ve onların gerisinde taraçalar hâlinde yer alan bahçe ve koru alanlarıdır. XIX. yüzyıl içinde giderek gelişen Boğaziçi iskânı, varlıklı ailelerin yaptıkları yalılar ve onların gerisinde yer alan bahçe ve korularla zenginleşir. İstanbul’un tek ormanı, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) Belgrad’ın 1521 yılında fethi sonrası kurulan Belgrad Ormanı’dır. Bugün şehrin özellikle kuzey bölümünde yer alan ağaçlıklı alanlar ise genelde şehrin odun ve mangal kömürü ihtiyacını karşılamak amacıyla oluşturulan plantasyon alanlarıdır. Bu bölgelerdeki ağaçlıklı alanların yoğun olarak meşe, gürgen ve benzeri gibi mangal kömürü yapmaya elverişli ağaçlardan oluşması ve içlerinde yüz yılı aşkın çok az sayıda ağaç bulunması bu gerçeğin bir ifadesidir.

Bilgimiz yok ama fikrimiz var!

Yeteri kadar bilgimiz olmamasına karşın fikrimizin olması zaman zaman yanılmamıza, yanlış kararlar almamıza ve atılım yapmamıza mâni olduğu gerçeğini unutmamamız gerekir. Boğaziçi’nde yaptığım birkaç alan düzenlemesi aradan geçen yirmi yılı aşkın zaman sonra bu arazilerin nerede ise bir koru hâline gelmesine yol açmıştır. Bunlardan biri uygulamanın yapıldığı dönemde büyük itirazlara neden olmuş, on yılı aşkın bir zaman sonra ise Boğaziçi’nin korunması gerekli bahçelerinden biri olarak tescil edilmiştir. Tescil işlemi için bahçeyi gezen ilgililere düzenleme öncesi arazinin kıraç bir yamaç olduğunu gösteren fotoğrafları sunduğumda gördüklerine inanmamışlar ve farklı bir alana ait fotoğraflar olduğunu düşünmüşlerdi.

Boş alanların, özellikle tarım toprağı erozyon sebebi ile aşınmış alanların kısa süre içinde ağaç ve bitkilerle kaplanması için öncelikle set bahçeler oluşturulması, bu bahçelerin açığa çıkan duvarlarının aşağıdan (kesin olarak yukarıdan değil) ekilen sarmaşıklar ile örtülmesi gerekmektedir. Bu arada kıraç yamaçlar yüzey topraklarını büyük oranda erozyon sebebiyle kaybettiği için, bu alanları setler oluşacak şekilde yeni toprakla doldurmak lazımdır. Ayrıca bu alanlardaki sıkışmış toprağı iki-üç metre kazarak havalandırmak ve gevşetmek yeni dikilecek ağaçların kısa süre içinde büyümesi için faydalı olmaktadır.