Bazı şeyleri yazsan olmuyor, yazmasan olmaz. Yazabileceğin yüzlerce şey varken takılıp kalıyorsun çoğu zaman. Yazmak istediklerinin farklı açılardan sakıncalarını buluyor vazgeçiyorsun. Önce kendi için ile başlıyorsun muhakemeye. Sonra evde ki RTÜK-ler devreye giriyor; eşini, aileni düşünüyorsun. (Ben ev halkına EVDEKİ RTÜK diyorum.) Hadi onu da geçtim, sonra ya okuyanlar nasıl algılar derdine düşüyorsun. Bu yazı benim başıma ne işler açar... Zihninde çıktığın tur asıl yazmak istediğinden alıkoyuyor seni. En sonunda aman bu hali ile yazacaksan hiç yazma diyorsun. Aklına estiği gibi yazmak seni ne kadar rahatsız ediyorsa, yazmamakta bir o kadar rahatsız ediyor. Oto kontrolün sonucu daima araf da kalıyorsun. Biraz yarım, biraz eksik...
Mümin Sekman’ın “Kumsal da bıraktığın ayak izi ayağının şeklini ne kadar ifade ederse, başka insanların zihninde bıraktığın iz’lenim de seni o kadar yansıtır” sözü geliyor aklıma. Bir taraftan Mevla’nın “Uğraşma boşuna. Seni ancak gördükleri ve duydukları kadar anlayacaklar. Gördükleri ancak kendi anladıkları kadar olacak” sözüne takılıyorum. Birde şeytan bakanın gözündedir gerçeği var tabii. Artık herkes şeytanca mı bakıyor ne?! Bir bakıyorsun vazgeçmişsin yazmaktan, artık hiçbir şey de eskisi gibi olmuyor.
Zülfü Livaneli sözlerini yazdığı şarkıda ki gibi: “Sussan olmuyor susmasan olmaz/Dil dursa Hakim Bey tende can durmaz/Yazsan olmuyor yazmasan olmaz” demek istiyorsun.
Ben yazdığım için mi böyle derseniz, değil elbette. Herkes hayatın her aşamasında bu araf ta kalma durumunu yaşıyor. Bu araf da kalmalar olmasa neler olacakta, olamıyor bir türlü. Murathan Mungan’ın dediği gibi “Değişmeyen gerçekler yalnızca yorduğu ile kalıyor” Arada kalmışlık duygusunu aştığın anda potansiyelin gün güzüne çıkıyor. Aşabilen başarıyor, cesaret edemeyen yerinde sayıyor. Arafta kalanlar yaşama sevinçlerini öldürürken, arafı aşanlar başarıya, mutluluğa erişiyor...
Kadının organiği
Her şeyin organiği makbul, bir tek kadını değiştirmeye çalışıyoruz. Yaşlanmasın, genç kalsın, kırışmasın, sarkmasın, hep güzel, bakımlı ve fit olsun!
Deterjanından, şampuanına, kıyafetinden, etine, sebzesine organik olanın peşindeyiz. Aman doğal olsun, işlem görmemiş olsun, hormonsuz olsun, katkısız olsun... Sağlıklı ve güzel olanın doğal olan olduğunu sonunda anladık. Mükemmel görünümlü domateslerdense doğal domatesler peşindeyiz.
Ama iş kadına geldi mi değişiyor nedense. Kusursuzluğun suni ve zararlı olduğunu fark ettik, doğallığın peşine düştük ama kadının doğalını, doğasını kabul edebilmiş değiliz henüz. Hep güzel ve zayıf kalmasını bekliyoruz. Bozulmadan kalmasını bekliyoruz. Bir yandan narin ve naif olmasını tercih ederken diğer yandan dayanıklı ve güçlü olsun istiyoruz. Hayatının karşı konulamaz gerçeğini halt etmek gibi bir kusursuzluğun derdine düşmüşüz. Bu gidişle yakında organik kadın arıyor olacağız. Biraz sabır diyorum, doğal kadınların da değerinin anlaşıldığı zamanlar gelecek.
Erkeklerin en önemli 2 tutkusundan biri otomobillerdir, diğeri kadınlar. İkisinde de en iyisine en kusursuz görünenine sahip olmayı arzu ediyorlar. İsteyenin bir yüzü kara demişler ne de olsa. Kadınların geldiği son nokta ile otomobillerin geldiği son noktayı birbirine benzetiyorum. Mesela Ferrari teknolojisine yakın arabalar alınıp hangi ortamda kullanıldığı unutuluyor çoğu zaman. Köy yollarından beter, çukurlar ve tümsekler ile dolu yamalı asfaltlarda narin ama hızlı Ferrari kullanmak meselesi bu. Üstelik kadranı 360’lara dayanan Ferrari’den ortalama 90 km hızla gitmesi bekleniyor. Yoluna göre otomobil al ya da otomobiline göre şehirde yaşa demek istiyorum. Ferrari gibi kadınlar arzu etmekle olmuyor işte...
Sadece kadınların başına geliyor bu haller diyeceksiniz. Tabi ki haklısınız. Bir yandan doğayı koruma çabasındayız öte yandan insanların doğası bozuluyor farkında değiliz. Merhamet duygumuz başta olmak üzere pek çok duygumuzu yitirdik. TOKİ binalarında sel nedeni ile 9 kişi boğularak öldü. İlgililerden kimse kendini suçlu hissetmiyor. Neredeyse şehit haberlerine alıştık gibi bir durum söz konusu. O kadar içimizi yakmıyor artık, bir iki söylenip hayatımıza devam ediyoruz. İkili ilişkilerimiz de git gide bencilleşiyoruz. Hormonlu domatesler gibiyiz doğamızı değiştirdik; duygulardan yoksun, başarı, zenginlik odaklı kusursuzluk peşindeyiz... Olduğumuz gibi görünmeyi reddediyor, göründüğümüz gibi de olamıyoruz çünkü doğamız buna uygun değil. Doğamıza aykırı davranıyoruz.