Olay Çin’de geçer, ülkenin kuzey kanadında. Bir adamla bir kadın birbirlerini severek evlenirler. Kadının güzelliği adamın aklını başından almıştır. Bir gün, bir kız çocukları dünyaya gelir. Kız çocukları ne adama benzemektedir, ne kadına. Kızlarını ‘inanılmaz çirkin’ bulan adam, çok beğenerek evlendiği eşinden şüphe etmeye başlar. Kızlarının annesine hiçbir benzerlik taşımadığını öne süren adamın, bu yüzden eşiyle arası bozulur.
Kadın kocasının şüpheleri üzerine sırrını açıklar. Kocası ile tanışmadan önce bir dizi estetik ameliyat olmuştur. Kocasıyla evlenmeden önce 100 bin dolar harcayarak estetik ameliyatlar yaptırdığını ve kendisini güzelleştirdiğini itiraf eder. Kızları da tıpkı kendi çocukluk haline benzemektedir. Adam eşinin ameliyat öncesindeki fotoğraflarını görünce iyice afallar.
Adamcağız gerçekler karşısında şaşkına dönmüştür. Mahkemeye giderek karısını dava eder. Boşanmak istiyordur. Üstelik karısının aslında güzel olmamasına rağmen kendisini, güzel olduğuna inandırarak evlendiğini belirterek tazminat ister. Mahkeme adamı haklı bulur. Kadının boşandığı kocasına 120 bin dolar tazminat ödemesine karar verir.
Masalmışcasına okuduğunuz bu olay gerçekten yaşanmıştır.
Organik kadının kıymeti bilen adam
Geçenler de bir yazımda; “bu gidişle yakında organik kadın arıyor olacağız” demiştim. Biraz sabır dilemiştim, doğal kadınların da değerinin anlaşıldığı zamanların geleceğini yazmıştım. Biraz abarttığımı düşünenler vardır muhakkak ama Çin’de yaşanan bu olay, kadınların estetik merakının hangi noktalara varabileceğinin bir göstergesi de olmuştur sanırım. Kadın mı haklı, adam mı? İşin o kısmında değilim ben. Estetiğe karşı olmasam da, doğal olmaktan yanayım. Deterjanından tutunda şampuanına, kıyafetinden etine, sebzesine organik olanın peşinde iken, kadınların doğallıklarını bozan estetik düşkünlüklerinin geçmesi taraftarıyım.
Birbirinin kopyası insan modeli akımının bir son bulmasını diliyorum. Önceleri birbirleri ile aynı giyinen kadınlar görür oldum sokakta. Yakışan yakışmayan, moda olan neyse onu giyiyordu. Sonra çakma çantalar devri başladı, tüm kadınlarda aynı çantalar. Saç baş deseniz zaten hepsi bir örnek. Son olarak da botoksla, silikonla v.s. estetikle tanıştık. Kadınları kıyafetlerin ve saçların yanı sıra yüzlerde aynı olmaya başladı artık. Kimliksiz kadınlarla doldu sokaklar. Hepsi birbirinin kopyası, kendi olamamış, doğal kalmamış yapma kadınlar.
Kimin suçu bunlar? Erkeklerin mi? Yoksa kadınların mı? Bilemiyorum. Kadınlar mı kendilerini bu hale getirdi? Yoksa erkekler mi kadınları buna itti? Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan hikayesi işte. Ne, nasıl oldu da kadınlar bu hale geldi bilemesem de tek bildiğim, “olanın kadınlara olduğu”! Kadınları bu hastalıktan kurtaracak olan önemli bir faktöründe “Organik kadın kıymeti bilen adamların” olduğu.
Not: “İnsan kınadığını yaşamadan ölmezmiş” derler. Çok da doğru söylerler! Neyi kınasam başıma gelmiştir. Bu nedenle insanları yargılamamaya çalışırım. “Ben asla yapmam” dememeye özen gösteririm. Lafın özü; şimdi estetiğe karşı olsam da yıllar sonra başka şeylerdense, daha çok güzelliğe önem verip estetik derdine düşmemek için şimdi büyük laf etmemeye çalışıyorum. Estetiğe karşı olmasam da doğal olmaktan yanayım diyorum. Bir arkadaşımın annesi “yapana değil, yaptırana bak” dermiş. İkide bir bana bu lafı bana hatırlatır durur. Nedense konu kadınlar ve yaptıkları olunca aklıma hep bu söz geliyor. Aman diyeyim beyler, gözünüzle değil beyninizle sevdiğinizi unutmayın.
Kıssadan hisse:? Dünyanın en çirkin kadını
Leylâ ile Mecnun, Arap efsanesine dayanan klasik aşk hikâyesidir. Nizami başta olmak üzere birçok kişi tarafından işlenmiştir. Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli’nin 1535’te yazdığı “Leylâ vü Mecnun” adlı mesnevisidir. Bu efsanevi öykü yıllar içinde değişikliğe uğrasa da, bu hikâyenin kısaca özeti ve şimdilik bizi ilgilendiren kısmı şöyledir: Emir, Mecnuna “Âşık olup uğruna çöllere düştüğün, geceler boyu ıstırap çektiğin Leyla, bu yüzüne bakılamayacak kadar çirkin, topal ve ağzı çarpık kadın mıydı?” diye sorar. Mecnun, “Siz bir de onu benim gözlerimle görseniz” diye yanıt verir..
İzmir’e ne lazım?
Herkes İzmir’e hayran da gidilecek bir yerlerin az olmasından, bir de iş olanaklarının sınırlı olmasından şikayetçiler. Bu iki konu haricinde kime sorsam herkes İzmir aşığı!
Ayşe Kulin İzmir için, “Kendimi Avrupa’da gibi hissediyorum” diyor. Ertuğrul Özkök, “Çeşme muhteşem, Urla’da yaşam harika ama İzmir’de gidilebilecek pek bir yer yok” diyerek biraz hareket istiyor. Gel gör ki herkes bu kadar İzmir düşkünüyken misafirleriniz geldiğinde onları götürüp gezdireceğiniz yerlerin sayısı çok az. Bir şehri önemli ve yaşanır kılan değerlerin arasında zengin tarihi, geleneksel yapısı, sanatsal aktiviteleri, modern şehircilik anlayışının yanı sıra alışveriş olanaklarının olması, damak zevkinizi doruklara taşıyacak restoranlar ile eğlenceli olması önemli bir yer tutar. Kış aylarında Çeşme’siz, Alaçatı’sız bir İzmir’i düşündüğünüzde de restoranlar ve eğlence konusundaki eksiğimiz açıkça gün yüzüne çıkıyor. Bir soluk alacağımız, 40 yılda bir de olsa gece dışarı çıkmak istediğimizde gönül rahatlığıyla gidebileceğimiz mekanlara ihtiyacımız vardı. Neyse ki güzel haberler almaya başladım artık; İzmir’de de yeni mekanlar açılmaya başlıyormuş.
GUEST 35
İzmir’in gece hayatına damgasını vurmayı planlayan, yeni açılan mekanlardan biri de GUEST 35. 300 m2 alan üzerine inşa edilen mekan, restoran-club olarak hizmet vermek üzere tasarlanmış. Bünyesinde Brezilya ve Akdeniz mutfağından oluşan 2 adet restoranı mevcut. Eski tütün deposunun tarihi dokusunu koruyarak dekore etmişler. Gece 00.00’dan sonra chill-out ağırlıklı cluba dönüşecek olan GUEST 35, İzmir’de bir açığı kapatacağa benziyor.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024