Size hem Mustafa Kemal Atatürk, hem Cahit Sıtkı Tarancı, hem Abdullah Öcalan, hem Ziya Gökalp anılarının canlı tanığını takdim etmek istiyorum: Karayolları Hukuk Müşavirliği’nden emekli 98 yaşındaki av. Reşid İskenderoğlu.
Çerkez İskender Paşa’nın 11. kuşaktan torunu olan Reşid bey, Diyarbakır’daki İskender Paşa Konağı’nın müze olarak açılmasını istiyor. İskender Paşa Vakfiyesi’nin başında olan Reşid bey, selamlık bölümü okul olarak Milli Eğitim’e bağışlanan konağın, haremlik bölümünü Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne müze yapılmak üzere devretmiş.
Tadilatı bittiğinde konak, Diyarbakır’da açılan ilk vakıf müzesi olacak. Fevziye Işık Lisesi’nde konuşmaya gitmeden önce buluştuğumuz Reşid bey müze projesini anlatmak istiyor, ben ise son 100 yıldır tanıklık ettiği Kürtler ve Türkler arasındaki bağları çözmeye çalışıyorum...
“Kürt müsünüz, Türk müsünüz?” diye soruyorum; Reşid bey, duymak istemediği bu soruya “Osmanlıyım” karşılığını veriyor.
İskender Paşa anlaşması
Reşid bey, Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim’in, İran ve Mısır seferlerine katılan; sırasıyla Halep Defterdarı, Van Valisi, Erzurum Beylerbeyi, Diyarbekir Beylerbeyi, Bağdat ve Mısır Valiliği’nde bulunan Gazi İskender Paşa’nın (1490-1571) mirasını gelecek kuşaklara bırakmak için sabırsızlanıyor.
Rus işgali ile Kırım’dan göçmüş bir Çerkez ailesi...
İskender Paşa, 16 yıla uzanan en uzun süreli görevi Diyarbakır’da yapmış. Bu nedenle Diyarbakır ve İskenderoğlu ailesi arasındaki bağlar, Kürt-Türk halklarının 500 yıllık tarihine tanıklık ediyor. Tarih, İskender Paşa’yı 1515 tarihinde Şah İsmail’in bozguna uğratıldığı Çaldıran’da, İdris-i Bitlisi ile yaptığı anlaşma ile anar. İran’daki Kürt aşiretlerini “gönüllü” olarak bu anlaşmayla Osmanlı idaresine geçirmiştir.
Reşid beyin “Türkçülük” akımının öncüsü Ziya Gökalp baba tarafından akrabası...
Reşid bey, kuzeni ve edebiyatımıza “Otuz Beş Yaş”, “Abbas”, “Akşam Vakti”, “Ömrümde Sükut”, “Düşten Güzel”, “Desem ki”, “Gün Eksilmesin Penceremden”, “Memleket İsterim” gibi unutulmaz şiirleri armağan eden Cahit Sıtkı Tarancı’nın 100. doğum günü nedeniyle, Beşiktaş Belediyesi’nin 14 Aralık’ta gerçekleştirdiği “Ustalara Saygı” programına katıldı. Reşid bey, 1956’da, Viyana’da vefat eden Tarancı’nın memleketi Diyarbakır’da düzenlenen anma toplantısından geliyordu. Şair için “Diyarbakırlı olsaydı, mezarı burada olurdu” türünden çıkışlara tanık olmuştu.
İskenderoğlu “Kuzenim ve arkadaşım Tarancı, Ankara’da eşinin aile kabristanına gömüldü. Bunu bile sorguluyor olmaları çok üzücü. Cahit 3 dede evvel Lice’den geldi; Kürt’tür” demekle yetiniyor...
Aydınların diyaloguReşid beyden “Kürt aydınlarla”, “Türk aydınların” ilişkilerini öğrenmeye çalışıyorum. Diyarbakırlı ünlü Kürt ailesi kim diye sorsanız, Hasan Cemal’in “Kürtler” kitabından edindiğim bilgi ile hemen “Cemil Paşa” derim.
Cemil Paşa’nın “Cemiloğlu” soyadını alan torunlarını girişimci olarak tanıyoruz...
Cemiloğlu ile Prinçcioğlu aileleri arasında uzun yıllar Diyarbakır “milletvekilliği” rekabeti süregelmiş.
Reşid bey, Diyarbakır’da belediye başkanlığı da yapan Ferhat Cemiloğlu’nu saygı ile anıyor, “Çok dürüst bir insandı” diyor.
Hemen aklıma Diyarbakır E tipi askeri cezaevinde yattığı 8 ayda, 18 kilo veren Ferhat Cemiloğlu’nun sözünü ettiğim kitapta yer alan şu cümleleri geliyor: “Hapishaneden kurtulduğum zaman genç olsaydım, en azından 5 nolu hapishane cehennemine tekrar haksız yere girmemek için dağa çıkardım...”
“Bugün Kürt aydını olarak kimi görüyorsunuz?” diye soruyorum...“Osman Baydemir” yanıtını alıyorum.
“Dağa çıkmadı” cümlesinin üzerine basıyor. Baydemir, Radikal’de Ertuğrul Mavioğlu’na bu kararının öyküsünü anlatmıştı... Babası ile dostluğu nedeniyle Baydemir’i tanığını söyleyen Reşid bey, “Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun olmuş, hâkim olmak istiyordu, sonra avukat olmaya karar verdi. Çok saygılıdır. Belediye Başkanı olduğunda ziyaretine gittim” diyor.
Öcalan’la tapu işiReşid beyin yüzünde müstehzi bir gülümseme beliriyor ve başlıyor anlatmaya:
“Abdullah Öcalan Diyarbakır’da tapu memuruydu. Bizim de arsalar var, görüşmek icap etti. Yemeğe davet ettim. ‘Ne içersiniz?‘ diye sordum. ‘Viski‘ dedi. ‘Yemekte rakı içelim mi?‘ dedim, ‘Olur‘ dedi. Müdürleri ‘Solcu çocuktur, dikkat et‘ diye uyarmışlardı. Güçlük çıkarmadı.”
Sonra da espriyi yapıştırıyor: “O zaman Türktü; çünkü devletin memuruydu...”
Reşit beyin ağzından; “Kürtler haklılar, devlet yatırımları buralara yapılmadı. Ancak şunu da iyi bilmek gerekir; bu iki halk birbirinden koparsa, Türkiye’de huzur kalmaz!” cümleleri dökülüyor.
Diyarbakır’daki evlerinde Atatürk’ü misafir eden aile, İsmet İnönü hükümeti tarafından sürgüne gönderiliyor. Reşid bey “Her ihtilalde kurunun yanında yaş da yanmıştır. Ailemiz Pirinçcioğlu’nun akrabası olduğu için göç ettirilmiş. Atatürk’ü gelecek nesiller daha iyi takdir edecek” yorumu yapıyor.
Reşid beyin ailesi bugünlerde her yerde “AK Parti döneminde Kürt sorunu konuşulmaya başlandı” diyenlere de farklı dönemlerden referanslar sunmaya imkân veriyor.
Reşid beyin 1965 yılında YTP’den Diyarbakır milletvekili olarak Meclis’e giren, siyasi hayatına CHP’de devam eden kardeşi, İmar ve İskan bakanlarından Ali Recai İskenderoğlu, 1980’lerde “PKK’lı da bu devletin evladı” demişti. Tüm ihanetlere rağmen Diyarbakır’ı yatay olarak kesen duygunun “kardeşlik” olduğunu görmek çok zor değil. Başbakan Erdoğan da 2005 yılındaki Diyarbakır konuşmasında; “Kürt sorunu hepimizin sorunudur” derken, Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiirine yaslanmıştı:
Memleket isterimNe başta dert, ne gönülde hasret olsun
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun