Zorunlu karşılık, bankaların mevduatlardan elde ettikleri fonlamanın belirli bir kısmını Merkez Bankası’nda tutmaları suretiyle finansal istikrar sağlamayı amaçlayan bir araçtır. En büyük dezavantajı ise bankanın bu paraya dokunamaması sebebiyle fon havuzunda meydana gelen daralmadır. Bu nedenle, zorunlu karşılıklara bir nevi vergi olarak bakılır.
Kriz sonrası bol likidite dönemi gelişmekte olan ülkelerde finansal istikrar açısından önemli zorluklara sahne oldu. Risk iştahının yüksek olduğu bu dönemde gelen sıcak paranın, para muslukları kısıldığında bir panik yaratmasından endişelenen TCMB yaratıcı bir tutum sergileyerek zorunlu karşılık oranını aktif bir politika aracı olarak kullandı. Bir taraftan politika faizi görece düşük tutularak sermaye girişi dizginlenirken, bir taraftan da zorunlu karşılık oranları yükseltilerek kredi genişlemesi ve iç talep dizginlendi.
Stagflasyonda çare
Bugün içinde bulunduğumuz şartlar 2010 sonrasının tam tersi bir görünüm sergiliyor. Gelişmiş ülke merkez bankalarının para musluklarını kapamaya başlamaları risk iştahını tersine döndürdü. Buna ilaveten, 2010 sonrası ciddi şekilde artan özel sektör dış borcu kırılganlıklarımızı ve döviz kuruna olan hassasiyetimizi artırdı. TL’deki değer kaybı hem enflasyonu doğrudan etkiliyor hem de şirket bilançolarını kötüleştirerek büyümeyi vuruyor. İşte bu şartlar altında Merkez hem enflasyon hem de finansal istikrar kaygılarıyla, TL’nin değerini koruyabilmek amacıyla politika faizini yüksek tutmak durumunda. Gelgelelim, yüksek faiz kur şokuyla zaten sarsılmış olan reel sektörü daha da bunaltıyor.
Türkiye ekonomisi bir taraftan yüksek ve inatçı bir enflasyon, diğer taraftansa ciddi bir ekonomik yavaşlamayla karşı karşıya. Enflasyonun kaynağı talep değil maliyet ve yapışkanlık olduğu için, talepteki geri çekilme enflasyonu aşağı çekmeye yetmiyor. Öte yandan, maliyet ve beklentileri iyileştirmek ancak yüksek faiz politikasıyla mümkün. Yüksek faiz politikası bir taraftan sermaye girişini artırarak talebe destek verirken, öte yandan içeride borçlanma maliyetlerini artırarak talebi olumsuz etkiliyor. İşte bu noktada Merkez’in zorunlu karşılık oranlarında bir indirime gitmesi talebi destekleyecek olumlu bir adım. Ancak bu yapılırken bir taraftan da yüksek faiz politikasının devam edeceğine dair sinyal vermesi beklenti yönetimi açısından daha da önemli.
Zorunlu karşılıklardaki indirim bankaların elindeki fonları daha etkili kullanmasını sağlıyor. Zorunlu karşılığı yerine getirmek için teminatla Merkez’den borçlanan ve bu şekilde likit varlıklarını kullanmak zorunda kalan bankalar söz konusu indirimle daha az borçlanma ihtiyacı duyduklarından, likit varlıklarında bir artış yaşıyorlar. Likiditenin artması ise kredi büyümesini beraberinde getiriyor.
Merkez’den birkaç ekonomistle yapmış olduğumuz çalışma zorunlu karşılık oranında yapılacak yüzde 1 oranında bir indirimin uzun vadede kredi faizlerinde 50 baz puan kadar bir azalma yaratacağını öngörüyor. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, yüksek faiz politikasından ödün vermeden zorunlu karşılıkları azaltarak talebin desteklenmesini doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyorum.