“Evleneceğin insanı bulmak kolay. Önemli olan efendi gibi boşanacak insanı bulmak” diyen doğru söylemiş. Ünlü boşanmaları ise çok daha sert hava koşullarında gerçekleşiyor
1989 yapımı “Harry, Sally ile Tanışınca” (When Harry Met Sally) filminde şahane bir sahne vardır. Söz konusu sahne, “Sevgililer ayrıldıktan sonra kimin eşyası kimindi?” sorusunu merkeze alır: “Onunkilerle karışmadan ve hangisi benimdi demeden önce kitaplarının içine ismini yaz. Çünkü bir gün, inan ya da inanma, şu aptal kahve sehpasını kim alacak diye on beş kez kavga edeceksiniz!”
Kahve sehpası
Ayrılık zordur, boşanma daha zordur, ünlülerin boşanması daha da zordur. Biz ölümlüler ayrılırken düdük bir kahve sehpası için kavga edebiliriz ama dev servete sahip ünlüler liginde, bilmem kaçıncı Louis’den kalma, milyon dolarlık bir antika kahve sehpası için kavga edilir. Kimi zaman boşanma çirkinleşir, uzar ve geçtiğimiz günlerde Maclowe çiftine olduğu gibi, mahkeme kararıyla itiş tepiş
Dijital platformda ve beyaz perdede bir kez daha görücüye çıkmaya hazırlanan Lady Diana hikâyeleriyle birlikte, mahzun prensesin “intikam elbisesi” yıllar sonra yeniden gündeme geldi
Amerika’nın ikonik first lady’si Jacqueline Kennedy ve İngiltere’nin ikonik Galler Prensesi Diana... Yaşadıkları sürece bu iki ismin hayatından mücadele ve drama eksik olmadı. Yakın tarihte belki de en çok mercek altına alınan iki kadın figür olabilirler. Onlar hem ait oldukları ülkelerin hem globalde gazetecilerin hem de film dünyasının öne çıkanlarındandı. Bu yüzden, Şili asıllı yapımcı/yönetmen Pablo Larrain’in 2016 yılında beyaz perdeye taşıdığı “Jackie” isimli filmden sonra Diana’yı merkeze aldığı 2021 Kasım çıkışlı “Spencer” filmi arasında sıkı bir duygusal bağ olduğunu düşünüyorum. Jacqueline’nin ardından gelse gelse Diana gelirdi.
Sessiz çığlıklar
Çalkantılı özel hayatları bir tarafa bu iki kadın, aynı zamanda gerçek birer stil ikonuydu. Sessiz, sakin görünüyorlardı, ancak
Oxford English Dictionary, yıl içinde yaşananları göz önünde bulundurarak o yılı tanımlayan bir kelime seçer. Bu yılın seçilen kelimesi “vax” (vaccine), yani aşı oldu. Peki, hangi kelimelerden buralara geldik dersiniz?
Sıkı takip ettiğim bir olaydır Oxford English Dictionary’nin “yılın kelimesi” seçimi. Adı üzerinde, dünya bu, elbette olaysız bir yılı geçmiyordu. Sözlük tarafından hep nokta atışı bir kelime seçiliyordu fakat 2015 yılında ilk defa bir kelime yerine bir emoji seçildiğinde kendi kendime şöyle demiştim: “Büyük bir kırılma yaşıyoruz, bildiğimiz tüm ezber bozulacak!”
Gerçekten de sosyal medyanın hayatımıza hızlı girişiyle şimdiye dek yaşadığımız konfor alanından çıktık.
Düşünün ki sözcükler yerine emoji adı verilen şekillerle hislerimizi ifade etmeye, beğenirsek “like”a, beğenmezsek “dislike”a basmaya başladık.
Sözlük de mevcut değişimi göz önünde bulundurarak 2015 özelinde kelime yerine, ABD ve İngiltere’nin favorisi olan,
Bu yıl itibarıyla Amerika’da 9.1 milyar dolarlık pazar payına sahip olan Halloween, neredeyse tüm dünyayı etkisi altına almış durumda. Peki, nedir, nereden çıktı bu Halloween?
31 Ekim gecesi, her evde kabak pişer. Çünkü o gece beyaz çarşaflara bürünen cadının evlere musallat olacağına inanılır. Kabak pişen eve cadı gelmez, kötülük etmez. O gece suya atılan tahtanın, sabah su üzerinde donmuş olarak bulunması halinde evdekilerin o yılı sağlıklı, dayanıklı ve güçlü geçireceği bilinir. Aynı gece, kar suyunda haşlanmış mısır, ayva, çekirdek, badem yenilir.” Bu adetler nereye ait biliyor musunuz? Edirne’nin Keşan ilçesine bağlı olan Çamlıca köyüne… Her 31 Ekim’de Bocuk Gecesi isimli eğlenceyi düzenliyor Çamlıcalılar. Çarşaflara bürünen cadının ismi de ‘Bocuk Karısı’. Onun gibi beyaz çarşaflara bürünüp ev sakinlerinin kapılarını çalıyor, şimdi bu eğlenceyi gerçekleştirenler. Son yıllarda ülkemizde popülerliği artan Halloween’i kutlayanlar ve
Ah ne arandı o artı bir vakti zamanında... Sevgili babında hayatımızda kimsecikler yokken kaç parti, kaç tatil, kaç düğün es geçildi sırf ortamda sap gibi kalmayalım diye. Ve şimdi bu derde çare sürpriz bir isimden, Tinder’dan geldi
Hep diyordum günün sonunda romantizmin kazanacağını. Boşuna yazmadım o güzel, sıcacık duygularla bezediğim romantik komedi kitaplarımı. Evet, dünya bir süreliğine hızlı, hesapsız ilişkilerin daha iyi sonuçlar vereceğine inanır gibi oldu. Hatta çevrimiçi arkadaşlık uygulaması Tinder ve benzerleri bu kafada olanlara ilaç gibi geldi. Sözünü ettiğim ilişki tarzının sürdürülebilir olacağına hiçbir zaman inancım yoktu. Haklı da çıktım. Nasıl mı? Tinder, düğünlere yalnız başına katılmak istemeyen kullanıcıları için yeni bir uygulama sundu geçtiğimiz hafta. İsmi, Plus One. Wedding Wire isimli dev düğün organizasyonu firmasıyla iş birliği yapmışlar. Bunu yazarken hem içimden hem dışımdan sesli gülüyorum.
Biz de romantiğiz
Nasıl gülmeyeyim aşkımsular?
Müzik, sinema, dizi, bilgisayar oyunu, kozmetik, özetle aklımıza gelen çoğu sektörde bir Güney Kore fırtınası esiyor. Artıları ve eksileriyle bu ilginç ülkeyi sayfaya yatırıyoruz bugün
Dil öğrenme uygulaması Duolingo’nun sözcüsü Sam Dalsimer, son dönemde Korece öğrenmeye yönelik artan talebi şöyle değerlendiriyor: “Dil ve kültür birbiriyle yakından bağlantılı. Popüler kültür ve medyadaki gelişmeler, dil ve dil öğrenimindeki akımları da etkiliyor. Kore müziği, filmleri ve televizyon programlarının küresel çapta popülaritesinin artması, Koreceye talebi de ciddi oranda artırdı.” Asya’nın dördüncü büyük ekonomisi Güney Kore, son dönemde özellikle dizi ve müzik alanlarında çılgınca bir popülerlik kazanınca, altyazıya ve çeviriye ihtiyaç duymadan Koreceyi anlamak isteyenlerin sayısı da coştu haliyle.
K-Pop deliliği
Görüyorum, okuyorum, kimileri Kore pop denince dudak büküyor ama K-Pop’un dünyayı bu denli ele geçirmesi
Dünya, İngiltere Prensi Harry’nin kraliyetten ayrılmasına alışmaya çalışırken bir atak da Japon Prenses Mako’dan geldi. Mako, halktan biri olan sevgilisiyle bu ayın sonunda evleneceğini açıkladı
Şunu hepimiz kabul edelim ki, İngiliz Kraliyet hayatını detaylı bir şekilde ekrana taşıyan “The Crown” isimli diziden sonra hepimiz, royal olma olasılığını bir kez daha değerlendirdik. O diziye kadar “Prenses olmak, saraylarda yaşamak ister misin?” diye sorsalar, “Aa! Deliye bak tabii ki isterim!” şeklinde bir cevap verirdik. Ancak gördük ki kraliyetin iç yüzü hiç de hayallerimizdeki gibi değilmiş. Hele ki son dönemde, Prens Harry’nin prensliği bırakıp Meghan Markle ile düz vatandaşlığa geçmesi; Monako Prensesi Charlene’in kafayı kırıp saraydan ayrılarak kendini Afrika ormanlarına atması bizlere şunu söyletti: “Kraliyet mensubu olmak mı dedin? Hımm... Bilemedim tatlım ya!”
“Ben gidiyorum!”
Japon İmparatoru Naruhito’nun yeğeni Prenses Mako da, “Yetti gayri, ben gidiyorum!” diyenlerden. Saraydan gidiyor, eski sınıf
II. Albert’in eşi Charlene, aileye gelin geldiği ilk günden beri hep “Mutsuz Prenses” olarak kodlandı. Geçtiğimiz mart ayında gergedanları kurtarmak için gittiği Güney Afrika’dan dönüp dönmediği ise halen meçhul. Peki, ne olacak Charlene’in hali?
Monako Prensliği’ni yakından gözlemlemiş biri olarak başlamak istiyorum bugünkü yazıma; zira ailem yedi yıl Monako’da yaşadı, ben de bu süreçte sık sık vakit geçirdim bu küçük ve sıra dışı ülkede. Sanmayın ki aile üyeleri “Biz prensiz, prensesiz” diye takılan, burnu havada tipler! Prenses Caroline ile Zara’nın kasa kuyruğunda az arka arkaya sıra beklemedik; Prenses Stephanie ile pazarda alışveriş ederken az karşılaşmadık; hatta bir keresinde, bir kafede otururken, yanımızdaki çiftin pusetteki tatlı bebeğini “agu buğu” diye seviyorduk, anne-babası Charlotte Casiraghi ile Gad Elmaleh çıkmasın mı? Nazikçe gülümsemişlerdi bize. Prens II. Albert ve Prenses Charlene’in düğün yemekleri, o gün sarayın organik