Süper Lig’de çoğu maçta izlediğimiz gibi “ağır sıklet ile tüy sıklet”in maçı değildi. Sahaya unvan için çıkan iki ağır sıkletin maçını izledik. Böyle bir maç öncesi Jesus’un sahaya sürdüğü on bir, açıkçası “tedirginlik” yarattı.
Adana Demirspor, “Her kuşun eti yenmez” misali, “taş” gibi takım olmasına rağmen, JJ gene radikal bir rotasyona gitti. Haklı olabilir, elinde üç günde bir maç oynayan bir kadro var. Demek ki, bu kadroya güveniyor.
Adana Demirspor’un solunda Onyekuru gibi “rüzgarın oğlu”na rağmen, Osayi Samuel‘i oturtup, bu rüzgarı Ferdi ile karşıladı. Adana‘nın sağında bir başka fırtına, bu ligin en hızlılarından birini Peres karşıladı. O da Akintola karşısında iyi durdu. Gözlerden kaçmasın... Her Adana atağında Lincoln Henrique de defansif anlayışı ile Peres‘in kademesindeydi.
Fenerbahçe, her maçta olduğu gibi önde basmaya çalışarak; Adana Demirspor, rakip savunmanın arkasına uzun toplar atarak pozisyon
Galatasaray’ın göz kamaştıran galadan hüsranla ayrılması, sonrasında Beşiktaş’ın 3-0’dan 3-3’e yakalanması ile bir başka hüsran yaşamasının ardından, Fenerbahçe için “Şahane Pazartesi” oldu.
Maçı kazandı, Galatasaray ile Beşiktaş’ın darbe yediği haftada moral üstünlüğünü ele aldı. İlk defa yeni işler yaptı. Rakip savunmanın arkasına sürekli uzun toplar attı. Öndeki oyuncular, her uzun topa deparlandı.
Bunun sonucu; Joshua King’in golü geldi. Bu uzun topların sonucu; Emre‘nin bariz gol şansından gördüğü kırmızı kartla Kasımpaşa bir eksik kaldı.
Joshua King gol öncesi deparı, topu kontrolu, kaleci Ertuğrul’dan sıyrılışı ve son vuruşu ile bir umut ışığı yaktı. Sonrasında bir-iki iyi top da attı, asist de yaptı, bir şutu da direkte patladı. Sanki uzun süre yoğun bakımda yattıktan sonra ilk defa gözlerini açan hasta gibiydi. Sahalara, futbola, gollere döneceğinin sinyallerini verdi.
Valencia maç içinde çok kötüyü de yaptı, çok iyiyi de... Attığı kafa golünde
Muhteşem bir başlangıç oldu… Kusursuz bir zemin, tek koltuğu boş kalmayan tribünler, Oliveira’nın 10. dakikada üst direkte patlayan frikiği, sonrasında Kerem‘in sağıyla döndüğü, soluyla vurduğu, kaleci Onurcan’ın muazzam kurtardığı şut… ”Tamam“ dedim, “Bu akşam futbolun tadını çıkaracağız“...
Ama öyle olmadı, iyi başlangıç, ilk 10 dakikadan sonra, her dakika Galatasaray‘ın aleyhine, Giresunspor‘un lehine çalışmaya başladı… Galatasaray’ın başlangıçtaki bunaltıcı baskısını, Giresunlu oyuncular, sürekli geriye ve yan pas oynayarak kırmaya, kurtulmaya, hatta soluk almaya çalıştılar…
Galatasaray, Giresun’un geriye ve yana pas oyununa döndüğü dakikalarda önde basamadı… Giresun‘un kendi alanındaki “al gülüm - ver gülüm“ anlayışını sadece izlemekle yetindi…
Ayrıca Galatasaray çok hızlı iki kanat oyuncusu Yunus ve Kerem‘e rağmen hızlı hücumu hiç düşünmedi… Midtsjö, geçiş oyunlarında iyi
Maç başladı, gözlerime inanamadım, “yanlış mı görüyorum acaba“ diye gözlüğümü taktım… Meğer doğru görmüşüm… Fenerbahçe o kadar berbat, Ümraniye o kadar etkili başladı ki, şaşırmam ve kusuru gözlerimde aramam son derece normal…
Del Valle daha ilk dakikada mutlak fırsatı kaçırmasa, başka bir ifadeyle Altay sol eliyle mucize bir kurtarış yapmasa, Fenerbahçe rakibine “hoş geldin” demeden önce, Ümraniye güçlü rakibine “hoş bulduk“ diyecekti…
Fenerbahçe kötü başladığı maçı, önde bitirmesine rağmen ilk yarının sonuna kadar bu kötü oyunu sürdürdü… Üç stoper ile oynadığı maçta, Glumac’ın kafa golüne engel olamadı…
Çek takımı Slovacko, Fenerbahçe‘nin üstüne gelmediği için savunmanın makyajı dökülmemişti… Ümraniye’nin her gelişinde “takke düştü, kel göründü...” Gustavo Henrique‘nin ne kadar ağır olduğu çok
Galatasaray belki de son yılların en “cüretkar“ onbiriyle maça başladı… Önde golle “akraba“ yaşayan Seferovic… Hemen arkasında süper üçlü; sağ kenarda geçen sezonu 8 golle kapatan Yunus Akgün, sol kenarda geride kalan sezonun 10 gollü ismi Kerem Aktürkoğlu, ortalarında gene 10 gollü Emre Akbaba...
Galatasaray’ın önde oynayan bu dörtlüsünün gol atmadan bu maçı bitirmesi önce yetenekleri, sonra futbolun doğal akışı ile örtüşmezdi… Nitekim; daha 14. dakikada Emre Akbaba, kendini inkar edip, topu dışarı atmasa, 21’de Van Aanholt’un füzesini kaleci Boffin karşılamasa, 31’de Yunus’un yarattığı pozisyonda Boffin bir kez daha sahne almasa, nihayet Kerem’in 38’de direkte patlayan şutu, ağları bulsa, Galatasaray daha ilk yarının bitiminde beklediğinden fazlasıyla içeri girerdi...
Ancaaak… Yaşattığı kadar kendi kalesinde de büyük tehlikeler yaşadı Galatasaray... Muslera, biri kendisinin neden olduğu penaltı, çok önemli üç kurtarış yaptı...
Penaltı
İlk defa izledim. Yanılır mıyım bilemem. Elbette bir Alex değil... Asla değil... Ama Alex sonrası uzun yılların ardından ilk defa Fenerbahçe’de bir futbol aklı gördüm: Lincoln Henrique...
Büyülü bir solak... Top ayağına yapışıyor ve yakışıyor. Adrese teslim pas atabiliyor. Oynuyor, oynatıyor. Saha içi liderliğine aday... Kalabalıklardan iyi çıkıyor.
Bütün bu özelliklerine rağmen kendine değil takıma oynuyor. Müthiş vuruyor.
Alex sonrası belki de Fenerbahçe’ye gelen en kaliteli futbol aklı, ayakları ve kafası...
Belki de tek sıkıntısı var. Sanki oyun içinde sürekliliği yok. Kopuk kopuk oynuyor.
Sahneye çıktığında oyunu, skoru, maçın gidişini ve kaderini değiştirecek işler yapıyor.
Eğer bu derin izler, sadece bir maç için değilse, bu sezon Fenerbahçe’ye ve Süper Lig’e hükmeder. Ligin ve takımının kaderini çizebilecek bir-iki oyuncudan biri olur.
Rossi seviyesinin çok altında iki berbat vuruş yapmasa, Valencia uygun durumda kafayı üstten dışarı vurmasa, İrfan Can’ın şahane frikiği direkte patlamasa, en önemlisi Fenerbahçe’nin iyi bir santrforu olsa, daha ilk yarıda tabelada dört gol, tribünde ve ekran başında Fenerbahçe’ye gönül verenler zevkten dört köşe olurdu.
Ama golcü yok golcü... Bunu bağırmaktan dilimizde tüy bitti. Yazmaktan parmaklarımız nasır tuttu, klavyemizin tuşları eskidi. Beş yıl önce böyleydi, beş yıl sonra gene böyle... Fenerbahçe’nin adına yakışacak, Fenerbahçe’nin büyüklüğünü taşıyacak, vurduğu gol olacak, saç-baş yoldurmayacak, “Baba” bir golcüsü yok.
Ali Başkan belki de toplamda 100’e yakın transfer yaptı. Keşke üç-beş futbolcu az alsaydı da, onlara verdiği paraları gözünü kırpmadan bu derdi kökünden çözecek bir golcü için harcasaydı. Bunu yapmadı Ali Başkan, belki de yapamadı.
Üstelik, boşa çıksın, bedeli ucuzlasın diye beklersen,
Futbol adına süper heyecanlı, futbol kültürü adına “rezalet-utanç tablosu” bir başlangıç oldu. Daha birinci dakika dolmadan, orta sahada bir faul pozisyonu için bir dakika itiraz izledik.
Daha ikinci dakikada bir korner atışında sahaya yağmur gibi yabancı madde yağınca, o korner ancak iki dakika sonra atılabildi. Oyun akmadı, sürekli durdu.
Bu öfke, bu sinir, bu yabancı madde yağmuru, bu küfür, her pozisyona itiraz, bu gerginlik hayra alamet değil... Ama ne ekersen onu biçiyorsun...
Binlerce kişinin sahaya girdiği, futbolcuları darp ettiği maç için gerekli cezayı vermezsen, bir hafta sonra bu çirkin görüntüleri izlersin. TFF eseriyle iftihar etsin, nasıl olsa utanacak halleri yok...
Ayrıca derbi dışında gazozuna bir maç sonuçta... Oynasanıza, birbirinizle horoz döğüşü yapacağınıza, her pozisyonda yere yatacağınıza, her karara itiraz edeceğinize biraz oynasanıza...
Böyle bir görüntüde maçın her kader dakikasında Novak vardı. Başlangıçta golü attı. 30 saniye sonra Larin’le girdiği pozisyonda penaltı