Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu günlerde “fütürist” diye adlandırılan, geleceği öngörme yeteneğine sahip uzmanlara çok iş çıktı. Koronavirüs salgınından sonra nasıl bir dünya düzeninin kurulacağı, devlet kurumlarının, ekonominin ve günlük yaşam tarzının nasıl şekilleneceği büyük merak konusu. “Fütüristler” mümkün olduğu kadar bilimsel tespitlere dayanarak bu konularla ilgili öngörülerini sunarken, bir kısım düşünür ve yazar da, adeta bir falcı refleksiyle, bu merakı tatmin etmeye yönelik spekülasyonlar yapıyor.

Son günlerde özellikle dış basında bu konuda çok yazı çıktı. Aynı şekilde, ABD’nin ve Avrupa’nın saygın düşünce kuruluşlarında konferanslar, açık oturumlar düzenleniyor.

Bunları izlediğimizde şu iki nokta dikkatimizi çekiyor: Birincisi, korona sonrası dönem hakkında fikir yürütenlerin çoğunun, büyük bir özgüvenle, tahminlerini “...cak, ...cek” ile biten kesin ifadelerle ortaya koymasıdır. Ele aldıkları konular ne olursa olsun, sanki önlerinde bir “kristal küre” varmış gibi, öngörülerini mutlaka öyle olacak edası ile sunuyorlar... Sonuçta “...cak’lı, ...cek’li” ifade tarzı kamuoyunda öyle algılanıyor.

İkinci ilginç nokta, korona sonrası dönem için öne sürülen öngörülerde tam bir uyum olmamasıdır. Hatta bazı konularda aralarında çelişkiler var. Bunun başlıca örneği uluslararası ilişkilere dair görüş ayrılıklarıdır.


“Korona salgınından sonraki dönemde çok şey değişecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” ifadesi, birçok konu gibi, dış politika meseleleri için de çok sık kullanılıyor. Bunda genel bir konsensüs var ancak mesele bu değişikliğin ne yönde olacağıdır ki bu konuda fikirler farklı...

Örneğin korona salgınının bütün dünya için büyük bir tehlike oluşturduğu, dolayısıyla tüm ülkelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarını bir yana bırakıp ortak bir cephe kurmaları gerektiği bugünlerde sık sık tekrarlanıyor. Hatta bazı “fütüristler” korona sonrasında, yer yer devam eden birçok silahlı çatışmaların duracağını, devletlerin daha uzlaşıcı ve barışçı davranacaklarını öngörüyorlar.

Gerçekten böyle olağanüstü şartlarda, aynı beladan muzdarip tüm ülkelerin el ele verip eski düşmanlıklarını terk etmeleri ve daha huzurlu bir dünya için birlikte çalışmaları mantığın gereğidir. Ama olaylar gerçekten bu yönde gelişecek mi? Bu konuda görüşler farklı. Açıkçası ben de bu soruya “...cak, ...cek” ifadesiyle yanıt veriyorum.

Tarih boyunca çok salgın ve doğal afet yaşandı, bunların savaşlara son verdiği ve kalıcı bir barışa yol açtığı pek görülmedi. Günümüzde de, korona salgını karşısında tam bir uluslararası dayanışma ve yardımlaşma dahi henüz kurulamadı. Kurulduğu kadarıyla da bu, açıkçası sadece bu olaya bağlı göstermelik bir jestten ibaret kalıyor. Aslında olumlu bir gelişme olan karşılıklı yardımlaşma jestleri dışında, Suriye’den, Libya’ya ve Yemen’e kadar birçok ülkede ateşkes bile doğru dürüst sağlanamıyor; devletlerin ihtilaflı meselelerdeki uzlaşmaz davranışları değişmiyor...

Bu gerekçeleri göz önünde bulundurdukça korona tehdidinin dünya meselelerinde yeni bir anlayışa (ve yakınlaşmaya) yol açacağı öngörüsüne güvenmek çok zor.

Bu, korona sonrası dönemde uluslararası ilişkilerde bazı değişiklikler olmayacağı, etkinliğini kaybeden uluslararası kurumların yeniden şekillenmeyeceği anlamına gelmez tabii... Ama bu, barışçı, huzurlu, adil yeni dünya düzeni hayalini hayata geçirecek mi? Yukarıda dediğimiz gibi, “...cak’lı, ...cek’li” ifadeler fazla iyimser ve abartılı geliyor bize...