Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere yapacağı New York ziyareti, Türkiye açısından önemli noktalar içeriyor. Dış politikasında farklı bir açılıma doğru gittiği gözlenen Türkiye, Volkan Bozkır’ın döneminde ortaya koyduğu vizyonla dikkatleri üzerine çekmişti. Bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki konuşması, New York’ta açılışını yapacağı Türk Evi ve buradaki görüşmeleri sırasında, daha önce söylemiş olduğu “Dünya 5’ten büyüktür” mottosuna açıklık getirdiği “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” adlı kitabının tercüme edilmiş versiyonlarını konuklarına dağıtacak olması, Türkiye’nin bu vizyonunu pekiştirmesine katkı sağlaması bekleniyor. Öte yandan Ankara’nın, Türkiye’de sayıları milyonları bulan mültecilere ilişkin açıkladığı yeni kararlar da, bir başka değişimin ayak sesleri olarak yorumlanıyor.
Tüm bunları, duayen gazeteci Sami Kohen’le konuştuk... Kendisinin yorumlarına kulak verelim derim...
Önümüzdeki günlerde Birleşmiş Milletler ve New York’ta Türkiye’nin adı daha çok duyulacak gibi görünüyor, ne dersiniz?
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu her yıl Eylül ayının ortalarında 193 üye ülke liderlerinin katılımıyla yeni çalışma dönemine başlar. New York, bu kez BM’nin 76. Genel Kurul toplantılarına ev sahipliği yapmaya hazırlanırken, Türkiye de dış politika hamleleriyle dikkat çekmeye aday diyebiliriz. Bu konuyu üç başlıkla değerlendirecek olursak; bunların ilki, Genel Kurul Başkanlığı görevini tamamladıktan sonra devretmeye hazırlanan Türk diplomatı Volkan Bozkır’ın başarısıdır kuşkusuz. Bozkır’dan, geçtiğimiz günlerde yapılan törenlerde büyük takdirle bahsedilirken, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de ‘Onun bu çok kritik dönemde görev yapmış olması Birleşmiş Milletler için bir şanstır’ ifadesini kullanması dikkat çekiciydi.
Gerçekten de Türk Dışişleri’nin parlak bir diplomatı olarak yıllardır kendisini belli eden Bozkır, geçen yıl Genel Kurul Başkanlığı görevi için aday olduğunda büyük ilgi gördü ve yapılan seçimlerde ezici bir çoğunlukla bu mevkiye geldi. Unutmayalım ki, dünya, son bir yılda büyük çalkantılar yaşadı. Kovid-19 salgınının yarattığı sıkıntılar, bölgesel çatışmalar, büyük göç hareketleri, dünyada kendisini gösteren ekonomik bunalım gibi meselelerde Bozkır, çok yapıcı çalışmalara imza atarak Genel Kurul toplantılarına ve kararlarına yön verdi. Bozkır özellikle Ankara’nın bir süreden beri telkin ettiği BM’de, özellikle de Güvenlik Konseyi’nde reform ihtiyacı üzerinde durdu ve yapısal değişikler için adeta kampanyaya girişti... Dolayısıyla Bozkır’ın BM’de görmüş olduğu ilgi, bir anlamda Türk diplomasisinin de vizyonu niteliğinde oldu.
Yeni Türk Evi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet bu da ikinci maddeydi zaten. BM binasının tam karşısında ‘Türk Evi’ adını taşıyan gökdelenin Türkiye’nin New York’taki BM temsilciliği ve başkonsolosluğunun kullanımına açılmış olması. Tüm dünya liderlerinin New York’a geldiği bir sırada, bu görkemli binanın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla açılacak olması, BM çevrelerinde en çok dikkati çeken konulardan biri haline geldi zaten. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Genel Kurul için New York’a gelen pek çok dünya liderini de bu binada ağırlayıp ve görüşmesi planlanıyor.
Hatırlanacağı üzere bu Türkevi, yıllardan beri eski Türk delegasyonuna hizmet veren binanın yerine yapılmıştı. New York’un en önemli mevkiinde bulunan bina için ilk çalışmalar, 1970’lerde dönemin İhsan Sabri Çağlayangil öncülüğünde başlanmıştı. Şimdi tamamen yeniden yapılan bu bina sayesinde Türkiye, BM nezdindeki yabancı temsilcilikler arasında en dikkat çeken ülke olacaktır diye düşünüyorum.
Bu arada bahsetmek istediğim üçüncü önemli husus da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vesileyle, yazmış olduğu ‘Daha Adil Bir Dünya Mümkün’ adlı kitabının birçok dile tercüme edilmiş versiyonunu yapacağı görüşmeler sırasında diğer liderlere de bizzat vermesi olacak. Bu kitapta Erdoğan, Türkiye’nin dış politikadaki vizyonunu ve daha adil bir dünya için giriştiği çabaları anlatıyor. Erdoğan, özellikle BM’de gerekli bazı reformların yapılması ihtiyacına da değinirken, BM’de de dile getirmiş olduğu ‘Dünya 5’ten büyüktür’ şeklindeki düşünceyi de bu kitapta etraflıca izah ediyor.
Peki daha adil bir dünya düzeni kurulması mümkün mü?
Yeni bir dünya düzenine geçilmesi elbette istenen bir konu. Fakat maalesef bunun gerçekleşmesi hiç de kolay olmuyor. Güvenlik Konseyi’nde bir reform, değişiklik yapılması, yani Cumhurbaşkanı’nın deyimiyle dünyanın 5’ten büyük olduğunun ortaya çıkmasını sağlayacak bir tutum alınması dahi pek mümkün olmuyor. Cumhurbaşkanımız bunu yıllardan beri tekrarlıyor fakat şu ana kadar ‘5’ler’ böyle bir değişiklik konusunda pek hevesli görünmediler. Hiçbiri sahip olduğu özel statüden (veto hakkı bunların başında geliyor) feragat etmek, paylaşmak konusunda bir işaret vermedi. Bundan sonra verir mi bilinmez ancak devamlı olarak bu konuyu işleyen Cumhurbaşkanı, bu mücadeleyi sürdürmek kararında. Ve BM’de de özellikle Asya, Afrika ülkeleri nezdinde bu konuda büyük destek topladığını söyleyebiliriz. Bu uzun soluklu bir mücadele. Türkiye bu konuda kendi vizyonunu diğerleriyle paylaşmak ve neticede de daha adil bir düzenin kurulmasına hizmet etmek kararlılığındadır. Bu da uzun soluklu bir süreç tabii...
Mülteci ikilemi
Bir süredir Ankara’dan, Türkiye’deki mültecilere ilişkin bazı farklı açıklamalar geldiği dikkat çekiyor. Sizce bu konuda farklı bir makasa mı geçildi?
Son günlerde Dışişleri ve İçişleri bakanları dahil Türk yetkililerin yaptığı bazı açıklamalarda, Ankara’nın mülteciler konusundaki tutumunda birtakım değişiklikler göze çarpıyor. Bu son açıklamalar, Türkiye’nin ‘düzensiz’ veya kaçak göçmenleri ‘geri göndermek’ konusunda bazı çalışmalar yaptığını gösteriyor. Nitekim yine son haftalarda bu kategorideki bazı yabancı göçmenlerin gözaltına alındığı yahut geri gönderilmek üzere kamplarda tutulduğu, mültecilerin yurt içindeki düzensiz hareketliliğinin önüne geçilmeye çalışıldığı görülüyor.
Bakanlıklardan yapılan açıklamalara bakılırsa, Türkiye’de ‘geçici koruma’ statüsü dışındaki yeni gelen kaçak göçmenlerin geri gönderilmesi söz konusu. Bu geri gönderme planı, bir yerde Türkiye’nin göç politikasında bir geri adım sayılabilir. Çünkü şimdiye kadar ‘açık kapı’ politikası uygulayan, bir anlamda mültecilerin geçici olarak barınması konusunda büyük çalışmalar yapan Türkiye, şimdilerde tamamen farklı yönde açıklamalar yapmakta. Hatırlarsanız siyasiler başta olmak üzere pek çok kişi, Türkiye’nin misafirperverliğine vurgu yapmış, bundan gurur duymuş, ‘Bize başka türlüsü yakışmaz zaten’ ifadelerini kullanmıştı. Ancak bu konunun giderek sürtüşmelere ve ekonomik krizlere yol açması, hükümetin de nihayetinde ‘Artık biz alacağımız kadarını aldık. Türkiye’nin bir tane daha mülteci alacak kapasitesi yoktur’ ifadelerini kullanmasına neden olmuştur.
Elbette mültecilerin geri gönderilmesi, o kadar da kolay bir konu değil. Zira hükümet, bunu nasıl yapacak o da belirsiz. Çünkü Suriye’de ya da Afganistan’da uygun koşullar olduğunu söylemek mümkün değil. Afganistan’ın durumu belli. Suriye’de de bir dönem güvenli bölgeler yaratılması ve bir kısım mültecinin buralara yerleştirilmesi gündeme gelmişti. Ancak bu konuda, uluslararası destek gelmemişti. Sonuçta bunun bir sorumluluk tarafı var. Oraya gönderilen kişiler, ekonomik anlamda uygun ortam olmadığında, işsizlikten dolayı aç kalabilir, tekrar geri gelebilir. Bunun çaresi nedir? Cumhurbaşkanı ve diğer liderlerin de söylediği gibi, oralardaki şartlar düzelmedikçe bu iş olmaz. Pratikte de bunun gerçekleşebilmesi için çok zamana ihtiyaç var. Afganistan ve Suriye’nin ekonomileri, rejim problemleri, öyle hemen çözülebilecek gibi değil. Bu bir açmaz. Bu da Türkiye’nin ve dünyanın karşılaştığı ikilemin göstergesi. BM’nin ve AB’nin yayınladığı raporlar, göç hareketlerinin, önümüzdeki yıllarda da büyük sorunlar yaratacağını ortaya koymakta. Dolayısıyla bu meseleyle ve ikilemle daha uzun bir süre karşı karşıya kalacak, daha çok tartışacağız.
Söyleşi LEVENT KÖPRÜLÜ