ABD’de siyahi George Floyd’un polis tarafından öldürülmesini izleyen şiddet eylemleri ve bunları bastırmak için alınan sert tedbirler, ülke içinde olduğu gibi dünyada da farklı tepkilere yol açtı. Bunların arasında Çin’den gelen tepki, oldukça düşündürücü olduğu için, üzerinde durulmaya değer.
Bilindiği gibi, Beijing rejimi Hong Kong halkının özgürlük hareketini bastırmak için aşırı güç kullanarak özerk bölge üzerindeki hakimiyetini pekiştirmeye uğraşıyor. Bu davranış, özellikle ABD tarafından kınanmış, Washington bu olayı Beijing’i baskı altında tutmak için bir fırsat olarak kullanmıştır.
Floyd hadisesi Çin’e, ABD’nin kendisine karşı yönelttiği suçlamaları, aynen iade etme olanağını vermiştir. Çin yetkililerinin ve basının verdiği mesaj, şöyle özetlenebilir: “Şimdiye kadar bizi, orantısız güç kullanarak protestoları bastırmak, insan haklarını ihlal etmek, özgürlükleri ortadan kaldırmakla suçlayan ABD şimdi kendi topraklarında aynı şeyi yapıyor, şiddete, baskıya başvuruyor... ABD’nin kimseye ders vermeye hakkı yoktur”...
ABD’deki son olaylara gösterilen tepkiler arasında Çin’inkini dikkat çekici bulmamızın nedeni, ortaya atılan argümanın, benzer deneyimler yaşayan başka ülkeler tarafından da paylaşılması ve aslında bu konuyla ilgili bir ikilemi gündeme getirmesidir.
Güvenlik mi,temel haklar mı?
Trajik Floyd hadisesini izleyen protestoların barışçıl sınırı aşıp yağmacılık, kundakçılık gibi şiddet eylemlerine dönüşmesiyle, işin seyri değişmiş, bu kez Trump yönetiminin “şiddete karşı demir yumruk” uygulaması aşamasına girilmiştir. Bunun anlamı, Trump’ın “güvenlik” ile “temel hak ve özgürlükler” arasında seçimini, birinci şık lehinde yaptığı, ona öncelik verdiğidir.
Trump’ın bu davranışı sürpriz değil. Onun sert, kavgacı, agresif, otoriter üslubu ve davranışları bilinen sicilini bir kez daha gözlerin önüne sermiştir.
Floyd olayında, Trump’ın aldığı kararlar, kendisini “sorunun çözümü”nün değil, “sorunun parçası” haline getirdi. Örneğin, protestocuları solcu veya terörist olarak nitelendirmesi, iç ve dış provokasyonlardan söz etmesi, daha da vahimi orduyu gösterileri bastırmak için göreve çağıracağı tehdidinde bulunması, tansiyonu büsbütün yükseltti, toplumu kutuplaştırdı...
Sonuçta bunlar temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortam yarattı, “güvenlik” faktörünün ne ölçüde gerçekleştiği ise tam belli değil...
Demokrasi supabı
ABD’deki bu manzaraya bakınca, Çin’in ve diğer bazı ülkelerin “Bakın, ABD de şiddete başvuruyor, aşırı güç kullanıyor” şeklindeki tespiti ilk bakışta haklı görülebilir.
Gerçi “Kötü misal, emsal teşkil etmez” sözünü de bu noktada hatırlatmak gerek. Bu özellikle bazı otoriter rejimlerin bu gibi olaylardaki davranışını meşru kılmaz.
Kaldı ki, ABD’den yansıyan manzara, geniş resmin bir parçası.
Başka unsurları da görmek gerek. Örneğin Trump’a karşı çıkışlar her taraftan geliyor. Eski Savunma Bakanı dâhil, üst düzey yetkililer, gazeteler, televizyonlar, valiler, belediye başkanları en ağır terimlerle Başkan’ın sözlerine ve davranışlarına karşı çıkıyor. Ülke çapında çoğu beyaz milyonlarca insan sokaklarda barışçı gösteriler yapıyor. Yer yer emniyet mensuplarının da bunlara katıldığı görülüyor.
Bunları, örneğin Çin’de, İran’da, Mısır’da ve otoriter rejimlerin hâkim olduğu ülkelerde görmek mümkün mü?
Her şeye rağmen demokrasilerde eleştirilere, protestolara gösterilen anlayış, ayrıca yargı, yasama gibi kurumların ve medyanın rolü, temel hak ve özgürlükler için bir nevi sigorta veya supap işlevini görüyor. Yeter ki bu unsurlar işlevlerini tam yerine getirsinler...