Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, hafta başında Ankara’ya gelen AB Dışişleri yetkilisi Josep Borrell ile yaptığı ortak basın toplantısında şu önemli mesajı verdi: AB, Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıklar karşısında, sorunun değil, çözümün bir parçası olmalı, dürüst bir arabulucu rolünü oynamalı. Türkiye KKTC’nin haklarının dikkate alınması halinde, ada açıklarındaki hidro-karbon kaynaklarının paylaşımının müzakere edilmesinden yanadır. AB’den beklenen de buna yardımcı olmasıdır.

Bu, Ankara’nın bu konuda yaptığı ilk çağrı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere birçok Türk yetkili, daha önce de benzer bir öneride bulunmuştu.

Haberin Devamı

Güney Kıbrıs, Atina’nın da desteğiyle, bölgedeki doğal gaz ve petrol arama faaliyetini başından itibaren tek taraflı olarak yürütmüş, Türk tarafını görmezden gelmiştir. Bu da, Türkiye’yi KKTC’nin haklarını ve çıkarlarını korumak adına, devreye girmeye ve bölgede benzer sondaj çalışmaları yapmaya itmiştir. Sonuçta, Doğu Akdeniz’deki bu zengin kaynaklar, direkt ilgili tarafların “kazan-kazan” düşüncesiyle, işbirliği yapacakları bir konu olacağına, onları karşı karşıya getiren bir sorun haline gelmiştir.

Bakan Çavuşoğlu’nun geçen günkü çağrısı bu krize son vermek ve çözüme yönelik bir orta yol bulmak için yeni bir fırsat oluşturuyor. Bunun değerlendirilmesinde, taraflara ve bu arada AB’ye de sorumluluk düşüyor.

Her şeyden önce Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adadaki Türk realitesini artık görerek, onu dışlamaktan ve tek yanlı hareket etmekten vazgeçmesi, yani Türk tarafının da hakkını veren bir paylaşımı görüşmeyi kabul etmesi şart. Ankara’nın da tanımadığı Anastasiadis yönetimiyle bir şekilde temas kurarak KKTC’nin, adil bir paylaşım konusunda Rum tarafıyla görüşmesini teşvik etmesi yararlı olur. AB’nin de bu uzlaşma sürecinde, taraf tutmadan yapıcı bir rol oynaması da gerekir. Krizi ve gerilimi sonlandıracak bir “orta yol” başka türlü nasıl bulunabilir ki?

Ödünün anlamı...

Yunanistan’ın etkin gazetesi “Katimerini”de önceki gün çıkan başyazı, dış meseleler konusunda Atina’da hâkim olan (ve bize de hiç yabancı gelmeyen) bazı algı ve saplantılara değiniyor ve bunların üstesinden gelmek için nasıl davranmak gerektiğine dair bazı ipuçları veriyor.

Haberin Devamı

Gazetenin İngilizce edisyonunun Genel Yayın Müdürü Tom Ellis’in imzasını taşıyan yazı Yunanistan’da özellikle politikacılar arasında ödün veya taviz sözcüğünün bir nevi teslimiyet, hatta ihanet olarak algılandığını belirtiyor. Oysa Batı’da bu sözcük rakip veya dost tarafların anlaşmak için karşılığında attıkları adım anlamını taşır. Ödün veren, bunun karşılığında esas istediklerinin çoğunu elde etmek imkânına sahiptir. Aynı şey karşı taraf için de söz konusudur. Yani sonuçta iki taraf da, her şeyi olmasa da, çok şey kazanmış olacaktır.

Yazıda şu ifade kullanılıyor: “Yunanistan’da uzlaşı (“compromise”) karşı tarafın zaferi olarak gösterilir: Hâlbuki Batı’da aynı sözcük, sizin pozisyonunuzun büyük kısmının karşı tarafta kabul edildiği anlamını taşır. Diplomaside, ticarette olduğu gibi, karşılıklı anlaşmaya dayanan ve karşı tarafa da kazanç sağlayan, uzlaşıdır.”

Haberin Devamı

Gazete bu noktadan hareketle, ödün sözcüğünün yanlış algılanmasının yarattığı hassasiyete rağmen, dış meselelerde uzlaşıyla çözüm aranmasını tavsiye ediyor.

Hamaset ve popülizmin revaçta olduğu bir ortamda bu tür rasyonel ve sağduyulu düşüncelerin başarı şansı keşke daha yüksek olsa...