Geçen cuma günkü yazımızda yabancı ülkelerin ve özellikle Batı’nın, Türkiye’nin önemsediği meselelerde çoğu zaman olumsuz tavır almasının nedenlerini anlatmaya çalışmıştık. Bu da bizi böyle durumlarda “Ne yapmalı, ne yapmamalı?” sorusuna götürüyor.
Son günlerde bu konunun Türkiye’de sıkça tartışılması, kamuoyunda bir farkındalığın ve çare arayışının başladığını gösteriyor.
Bu tartışmalarda hemen akla gelen ve üzerinde en çok durulan çare, halkla ilişkiler ve tanıtımı içeren “kamu diplomasisi”dir. Maalesef yıllardan beri Türkiye, dış dünyada kendi aleyhindeki önyargılarla baş edemedi ve kendi görüşlerini duyurmayı pek beceremedi.
Aslında günümüzde halkla ilişkiler (PR) faaliyetinin yöntemleri bellidir ve bunlar pek çok ülke tarafından başarıyla uygulanmaktadır.
Bu her şeyden önce bir organizasyon işidir: Devletin bunda öncülük yapması önemlidir ama aynı zamanda sivil topluma, düşünce kuruluşlarına, akademiyaya, medyaya, meslek gruplarına da görev düşmektedir. Yeter ki bu faaliyet alelade bir propaganda şeklinde değil, inandırıcı ve ikna edici kurallara göre yürütülsün...
Kamuoyu diplomasisi faaliyetinin etkileyici olmasının bir şartı da yapılmak istenen imaj değişikliğinin veya daha doğrusu yansıtılmak istenen imajın “aslına uygun” olmasıdır. Daha açık bir deyişle, Türkiye’nin demokratik hak ve özgürlüklere saygılı, çağdaş
bir hukuk devleti olarak kendisini kanıtlaması
gerekir...
Daha çok dost...
Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi dışarıda önyargı ve kültür farkı dışında Türkiye’ye karşı tavır alınmasında çıkar farkından kaynaklanan çeşitli ulusal ve ekonomik faktörler vardır. Dolayısıyla, her olayı kendi özellikleri çerçevesinde ele almak, yani toptancı bir yaklaşımla herkese düşman gözüyle bakıp kavgalı duruma düşmemek gerekir.
Dış politikada önemli olan, çok dost edinmek, düşman sayısını asgariye indirmek; görüş ayrılıklarının bulunduğu hallerde dahi, etkili bir “kriz yönetimi” ile gerginlikleri önleyerek ve ilişkileri düzeltmektir. (Rusya ile uçak krizinden sonra olduğu gibi)...
Daha az düşman
Kriz yönetiminde önemli bir unsur da diplomasiyi ön plana almak ve popülist söylem ve davranışlardan kaçınmaktır. Bu konuda duygusal tepkilerle, yüksek tondan sert ifadelerle karşılık vermenin sonucu, tansiyonun ve hatta düşmanlığın artması olabilir ki bunun kimseye yararı yoktur.
Kuşkusuz karşı tarafın haksız görülen beyanlarına ve davranışlarına gereken karşılığı vermek gerek. Bu konudaki kararlılığı güçlü argümanları ortaya koyarak göstermek pekâlâ mümkündür...
Bir de şunu unutmamalı: Sürekli kavga ve gerginlik kamuoyunda silinmesi zor izler bırakır. Bu da politikacıların, ilişkileri düzeltme aşamasında esnek davranıp uzlaşmalarını imkânsızlaştırır veya zorlaştırır...
Ne de olsa, düşmanlıklar ebedi değildir ve olmamalıdır da...