Azerbaycan-Ermenistan sınırında geçen hafta meydana gelen kanlı çatışmalar, “donmuş” sayılan 30 yıllık bir bölgesel sorunu yeniden dünya gündemine getirdi.
Türkiye açısından bu olay, Türk diplomasisinin oldukça kabarık olan dış meseleler listesine şimdi bir de Kafkasya cephesinin eklenmekte olduğu anlamını taşıyor...
Bakü ile Erivan arasında hiç beklenmedik bir zamanda böyle bir çatışmanın çıkması kadar bu olayın esas ihtilaf konusu olan Dağlık Karabağ etrafında değil, sınırın başka bir yerinde, stratejik Tovuz bölgesinde cereyan etmiş olması oldukça manidar. İlk saldırıyı kimin başlattığı karşılıklı suçlama ve tartışma konusu. Ama şu sırada asıl merakla sorulan soru, bu çatışmanın bölgesel, hatta küresel bir krize dönüşüp dönüşmeyeceğidir.
Çatışma durumunun kontrol altına alınmaması halinde, bunun son zamanlarda dünyanın başka noktalarında görüldüğü gibi, yabancı güçleri de işin içine çeken uluslararası boyutlar alması korkusu var. Çünkü Kafkasya aynı zamanda birçok aktörün de kendi nüfuz alanları içinde tutmak istedikleri hassas bölgelerden biridir...
***
Sovyetler Birliği döneminde Moskova’nın yönetimi altındaki bu bölge, şimdi de Rusya’nın jeostratejisinde ön planda yer alıyor. Moskova buraları başkalarına kaptırmak niyetinde olmadığını daha önce Gürcistan’da giriştiği askeri müdahaleyle açıkça göstermişti. Halen Rusya’nın Kafkasya’da askeri varlığını ve siyasi nüfuzunu en çok gösterdiği ülke Ermenistan’dır. Dolayısıyla, onun Erivan’ın destekleme (ve de yönlendirme) politikası devam etmektedir. Ancak kıvrak Rus diplomasisi, bu son sınır çatışması olayında da görüldüğü üzere, bir yandan Erivan’ın safında yer alıyor, diğer yandan da bir arabulucu gibi diplomatik bir rol üstlenip, olayı yatıştırmaya çalışıyor.
Diğer bir deyişle, Kafkasya’da Rusya’nın başlıca aktör olduğu ve belirleyici bir rol oynadığı apaçık.
***
Kafkasya jeopolitiğinde diğer bir gerçek de, Türkiye’nin de aktif rol sahibi bir aktör olduğudur. Özellikle konu Azerbaycan ile ilgili olunca...
Son sınır çatışması, Ankara’nın bu alanda ön plana geçmesine yol açtı. Türkiye, Azerbaycan’ı askeri dâhil her alanda destekleyeceğini açıkladı.
Ankara’yı Bakü’nün safında yer almaya iten birkaç neden var: Birincisi, “kardeşlik bağları”, “iki devlet, tek millet” konseptidir. İkincisi, Türkiye’nin jeostratejik çıkarlarıdır. Ankara’nın gözünde Kafkasya, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz kadar hayati bir önem taşır. Azerbaycan’la beraberliğin anlam ve önemi de budur. Üçüncüsü, hükümet her vesileyle mazlumdan, mağdurdan yana olduğunu vurguluyor. Ermenistan Azeri topraklarını bir kısmını işgal etmiştir. Mağdur olan Azerilerin davası, Türkiye’nin de davası sayılır... Dördüncüsü, Erivan ile ilişkilerin normalleşmesi için harcanan çabalar boşa çıkmıştır. Ermenistan, soykırımla ilgili kampanyasıyla Türkiye’ye karşı düşmanca tutumunu sürdürüyor.
***
Aslında bir ara Ankara ile Erivan arasındaki ilişkiler için olduğu gibi, Bakü ile Erivan arasındaki anlaşmazlık için de harcanan diplomatik çabalar bazı umutlar yaratmıştı. Ne yazık ki bunlar beklenen sonucu vermedi. Ankara-Erivan ilişkisi kopuk kaldı. Bakü-Erivan anlaşmazlığı “donmuş” da gözükse, patlama noktasına geldi.
Azeriler artık Minsk Grubu’ndan, diplomasiden “barışçı bir çözüm” umudunu kestiler. Bakü’deki son gösterilerden savaş çağrıları yükseldi.
Bu durumda yeni çatışma olasılığı göz ardı edilemez. Ancak bunun fazla büyümesi ve uluslararası boyutlar alması da pek mümkün görünmüyor. Rusya başta olmak üzere çeşitli güçler, Kafkasya cephesinde bir savaş istemiyor.
Çatışma bölgesinde ateşkesin sağlanması halinde en azından silahların susacağı, diplomatların oturup konuşacağı bir sürece girilebilir. Bu da “ne savaş ne barış” durumunun devamı demektir...