Son günlerde Doğu Akdeniz-Ege krizi vesilesiyle Türk TV kanalları Türk dış politikasına dair yorumlara geniş yer veriyorlar. Bu arada geceleri saatlerce süren açık oturumlarda, akademisyenlerin, politikacıların, emekli subay ve diplomatların tartıştığı konulardan biri de, Türkiye’nin son olaylarda uluslararası arenada karşılaştığı yalnızlığın nedenleri ve buna karşı nasıl davranılması gerektiğidir.
Bu tartışmalar, 2010’lu yıllarda başka olaylar nedeniyle Türk dış politikasının karşılaştığı sıkıntılar bağlamında ortaya atılan “değerli yalnızlık” kavramını yenide gündeme getirmiş bulunuyor.
O zaman da dış ilişkilerde Türkiye’nin bazı hallerde arzulanan desteği görmemesinden korkmaması ve tek başına da olsa yoluna devam etmesi gerektiği belirtiliyordu. Bu dik duruş için de “değerli yalnızlık” tabiri kullanılıyordu.
Yani o günlerde de dış ilişkilerde yalnız kalmanın pratikte gerçekten bir değer taşıyıp taşımadığı çok tartışılmış, karşı görüş olarak da dış politikada asıl amacın daha çok dost ve daha geniş uluslararası destek kazanmak olduğu belirtilmişti.
Şimdi Doğu Akdeniz-Ege krizi vesilesiyle TV ekranlarında benzer argümanlar tartışılıyor...
Yalnızlık tablosu
Şu bir gerçek ki, sözü geçen kriz, Türkiye’yi bir yalnızlık tablosu içinde gösteriyor.
Resimde, bu ihtilafta Türkiye’nin karşısında, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yanında pek çok ülke ve kurum yer alıyor: Fransa, Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, Avrupa Birliği, hatta bir ölçüde de ABD ve Rusya.
Bu geniş cephe karşısında Türkiye’nin yanında aktif olarak yer alan iki ülke var: Libya ve Katar.
Doğu Akdeniz-Ege krizinde Türkiye’nin yalnızlığa düştüğünü inkâr eden yok tabii. Ancak iktidar yanlısı görüş, bunun milli çıkarlara uygun, onurlu ve ilkesel bir duruş olduğu konusunda ısrarlı. Bu, iktidarın aynı zamanda güçlü, büyük Türkiye vizyonuna ve de mazlumdan ve mağdurdan yana olma misyon anlayışına uygun bir tutum. Ankara mücadelesini bu anlayışla, şimdilik tek başına da kalsa, sürdürmek ve amacına ulaşmak azminde.
Bu düşüncenin temelindeki ilkeleri ve amaçları anlamak mümkün. Ancak içine düşülen diplomatik yalnızlığı “değerli” olarak nitelendirmek mantıklı sayılamaz. Bu sanki izole edilmeyi matah bir şey gibi gösteriyor. Oysa pratikte, değer taşıyan şey, amaca ulaşmaya yönelik desteği sağlamaktır. Makbul olan da böyle bir “katma değer” kazandıracak politikalar izlemektir.
Sebep-sonuç
Değerli veya değersiz sayılması bir yana, bu yalnızlığın nedenlerini incelemekte ve durumu düzeltmenin yollarını aramakta yarar vardır.
Nedenler konusunda iki şey tartışılabilir: Biri, bizim dışımızdaki faktörler. Diğeri ise, izlenen politikadan kaynaklanan nedenler. Bu ikinci alanda yeni bir değerlendirme ile dış ilişkilerde bazı ayarlamalar yapmak zamanı gelmiştir. Ankara’da bu yönde bazı çalışmaların yapılmakta olduğuna dair çıkan haberler sevindiricidir.
Türkiye, geçen salı günkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Doğu Akdeniz-Ege krizinde haklılığını daha çok “sert gücü”nü kullanarak kabul ettirmeye çalışıyor. Kuşkusuz, bu Türkiye’ye bir üstünlük avantajı sağlıyor. Bunun diplomaside (yani masada da) sonuç vermesi, uluslararası ilişkilerdeki performansına bağlı. Açıkçası, Ankara’nın daha çok dost kazanmaya, ilişkileri kopuk ülkelerle bağlarını normalleştirmeye ve daha etkin bir kamu diplomasisi uygulamaya ihtiyacı vardır.
Bu bağlamda bir yaklaşım ve üslup değişikliği ile meydan okuyan bir tutum yerine, daha gerçekçi stratejiler geliştirmek yararlı olacaktır. Başka ülkelerin rejimleri, liderlerinin geçmişi ve kendi meselelerinde bize ters gelen pozisyonları, diplomatik ilişkileri dahi koparmak ve onları yok saymak için bir neden sayılmamalıdır.
Bu ve buna benzer bazı pragmatik davranışlar, uluslararası alandaki yalnızlığı sonlandırma amacını ve çabalarını daha “değerli” kılacaktır...