Geçen hafta Suriye’nin Halep kentindeki bir hastanenin ağır bir hava bombardımanından sonraki feci halini görüntüleriyle canlı yayında nakleden “El Cezire” televizyonunun muhabiri şöyle diyordu: “Her gün birbirinden daha kötü durumlarla karşılaşıyoruz. Ama şimdi bu gördükleriniz kötünün kötüsü. Artık bundan kötüsü olamaz”...
O günden bu yana olup bitenler, muhabirin “kötünün kötüsü” dediği halin devam ettiğini ve Halep halkının bundan beterini düşünemediğini gösteriyor.
Suriye ve Rus uçakları gece gündüz hastaneler dahil sivil hedefleri bombalamayı sürdürüyor. Her gün çocuklar dahil onlarca kişi ölüyor veya yaralanıyor. Enkazların altından bir çocuğun canlı olarak kurtarılabilmesi mucize sayılıyor...
Tarihi Halep’in harap hali gerçekten yürekler acısı... Beşar Esad kendi ülkesinin gözbebeği sayılan bu şehri harabeye çevirmekten çekinmiyor.
Üç hafta önce ilan edilen ateşkes bir umut yaratmıştı: Silahlar geçici bir süre için de olsa susacak, BM denetimindeki yardım konvoyları on binlerce aç susuz, ilaçsız insanın imdadına yetişecekti...
Ne yazık ki silahlar susmadı, daha da kötüsü, yardım konvoyları da hava saldırılarına hedef oldu.
Kim suçlu?
Halep’te savaşan taraflar ve onları destekleyen dış güçler bunun suçunu birbirlerine atıyorlar.
Ateşkes anlaşmasının iki mimarı, ABD ve Rusya dün resmen bu anlaşmayı sona erdirdiler. Rusya’ya göre ABD Halep’te “terörist hedef” sayılması gereken El Nusra ile “ılımlı muhalif güçler”i birbirinden ayırmıyor ve “cihatçılar”ın kentin doğusunda eylemlerini sürdürmesini önlemiyor... ABD’ye göre ise, Rusya Esad’ın güçleriyle birlikte, alanda bir askeri üstünlük sağlamak için saldırılarını sürdürüyor...
Ateşkes anlaşmasına uymamanın kabahati kime ait olursa olsun, “kabul edilemez” olan husus, hastanelerin, meskenlerin hedef alınması ve çoluk çocuk pek çok sivilin öldürülmesidir. Bu, BM yetkililerinin de dediği gibi, bir “savaş suçu” ya da bir “insanlık suçu” sayılmalıdır...
Nereye kadar?
ABD ile Rusya arasındaki ateşkes anlaşmasının askıya alınmasının iki boyutu var: Birincisi, ABD ile Rusya’nın yeni bir gerilim ve sürtüşme dönemine -bir nevi yeni bir soğuk savaş havasına- girmeleridir. Rusya’nın 2010’da imzalanan plütonyum anlaşmasını askıya alma kararı, nükleer alandaki işbirliğini tehlikeye düşürüyor.
İkincisi, ateşkes anlaşmasından vazgeçilmesi, Suriye’yi silahların insafına -veya daha doğrusu insafsızlığına- bırakıyor. Bu durumda taraflar artık “siyasi çözüm” arayacaklarına kendi lehlerinde bir “askeri çözüm”ü kabul ettirmeye çalışacaklardı.
Bu da şimdiki “kötünün kötüsü” halin devam edeceği anlamına geliyor...