Öteden beri uluslararası anlaşmazlıklarla ilgili şu sözü duyarız: “Bu meselenin askeri çözümü yok. Mutlaka siyasi çözüm gerek”...
Bunu söyleyenler genelde dünya meseleleriyle yakından veya uzaktan ilgilenen liderler, diplomatlar, akademisyenler, yazarlar, vesaire...
Teorik olarak tavsiyeleri yerindedir. Evet, uluslararası uyuşmazlıklar, savaşla değil, müzakereyle halledilmelidir. Askeri seçenek, sahada fiili durumu değiştirebilir, oldubittiler de yaratabilir ama bu her zaman anlaşmayı ve barışı getirmeye yetmez. Kalıcı çözüm ve barış için müzakere ve uzlaşı şarttır. Sahada bazı kazanımlar sağlansa dahi, işi sonuca bağlamak için mutlaka masaya ihtiyaç vardır.
Pratikte çoğu zaman uluslararası ihtilaflarda askeri opsiyona başvurulduğu, siyasi çözüm arayışının da pek sonuç vermediği ve sorunların da donmuş olarak kaldığı görülüyor.
Dünya gündemi Keşmir’den Afganistan’a, Filistin’den Kıbrıs’a, Yemen’den Suriye’ye kadar, bu tür kemikleşmiş sorunlarla doludur.
Çoğu kez bu sorunların sadece askeri yoldan çözümlenemeyeceği anlaşılıyor. BM’nin ve dış güçlerin çabalarıyla sağlanan ateşkes çoğu kez kırılgan bir çatışmasızlık durumu yaratıyor.
Tabii sahada başlayan mücadelenin masada bir anlaşmayla sonuçlandığı da oluyor. Az görülen bu tür “mutlu son” örnekleri arasında Vietnam’ı ve daha yakın geçmişte Bosna’yı saymak mümkün.
***
Yukarıda saydığımız meselelerin askeri alanda, savaşla halledilemediği, birçoğunda ateşkesin sık sık bozulduğu, buna karşılık diplomatik çabaların da bir siyasi çözüm sağlayamadığı açık.
Eski devirlerde meseleler savaş alanında halledilirdi: Güçlü olan kazanır, ona göre bir düzen kurulurdu. Günümüzde, özellikle bölgesel ihtilaflarda, sadece direkt ilgili taraflar değil, aynı zamanda dış güçler de karşı karşıya geliyor, ayrıca BM gibi uluslararası kurumlar da
işin içine giriyor.
Bir bakıyorsunuz, askeri alandaki sürtüşmeler dış müdahalelerle durduruluyor, yani topyekûn bir “askeri çözüm”ün yolu kesiliyor. Çatışmasızlık sürecinde “siyasi çözüm” arayışları başlıyor, konferanslar düzenleniyor, barış planları ortaya konuyor. Ama bunlar da kalıcı bir anlaşma sağlayamıyor.
Ve sonuçta “ne savaş ne barış” denilen garip durum sürüp gidiyor...
***
Dağlık Karabağ ile ilgili gelişmeleri de bu çerçeve içinde değerlendirmek gerek.
Bu olayda her şeyden önce bir işgal var. Sonrası malum: Ermenistan’ın 1991’den itibaren o bölgede askeri güçle bir oldubitti yaratması... Buna karşı BM’nin peş peşe “işgale son” kararları Minsk Grubu’nun diplomatik çabalarının boşa çıkması...
Ve bu kez güçlenen Azerbaycan’ın askeri seçeneğe başvurması... Bu noktada Minsk üçlüsünün “Bunun askeri çözümü olamaz” deyip ateşkesi empoze etmesi ve “siyasi çözüm” seçeneğini gündeme getirmesi...
Peki, askeri çözüm olmadığına göre, siyasi çözüm gerçekleşebilecek mi? Daha işin başında, ilan edilmiş olan ateşkes bile doğru dürüst gerçekleşemiyor. Bunun devam edip edemeyeceği dahi belli değil. Tekrar “saha”ya dönmesi ve askeri opsiyona başvurulması mümkün.
Bu, çözüm bağlamında bir sonuç verir mi?
Gene dış etkenlerle aynı engeller ve sıkıntılar ortaya çıkmayacak mı?
Anlaşılan, diğer sorunlarda olduğu gibi, Dağlık Karabağ krizinde de “ne savaş ne barış” hali daha bir süre devam edecek...