Başlıktaki soruya “evet” yanıtını verebiliriz.
Bunu doğrulayan çok örnek var.
Uluslararası platformda devletlerin zaman zaman ortaya çıkan ihtilaflara rağmen, iş birliğini sürdürebildikleri görülüyor.
Bu bazı istisnalar dışında, Türk dış politikası için de geçerlidir.
Ankara’nın bazı ülkelerle karşılaştığı sorunlara rağmen, yakın ilişkilerini ve iş birliğini geliştirebildiğine dair örnekler var.
Türkiye-Rusya ilişkileri bu örneklerin başında yer alıyor.
Bu ilişkiler 5 yıl önce Türkiye’nin bir Rus askeri uçağını düşürmesinden sonra ciddi bir sarsıntı geçirmiş, hatta kopma noktasına gelmişti. Gerginliğin tırmandığı bir ortamda, iki taraf müzakere ve uzlaşı yoluyla krizi atlatmaya çalıştı. Erdoğan-Putin diyaloğu çok geçmeden ilk sonuçlarını verdi: İki ülke dostluk ve iş birliğini enerjiden savunmaya kadar çeşitli alanlarda hızla ileriye götürebildi.
İlişkilerin olumlu seyri sırasında bazı konularda uyuşmazlıklar çıkmadı değil. Örneğin Suriye’de İdlib ile ilgili sorun, iki ülkeyi karşı karşıya getirdi.
Libya ve Doğu Akdeniz sorunlarında da öyle.
Son günlerde Ankara ile Moskova’nın arasını açan iki konu gündeme geldi: Birincisi, Dağlık Karabağ’daki savaşla ilgili. İkincisi de, Türkiye’nin Ukrayna ile anlaşması ve Kırım meselesinde açıkça Rusya’ya karşı tavır almasıyla ilgili.
Bu son olaylarda, Rus yetkililerinin ve basınının temkinli tutumunu bırakıp, Türkiye’ye karşı bir duruş sergilediği görülüyor. Rus gazeteleri açıkça Türkiye’yi (Dağlık Karabağ ve Kırım bağlamında) Rusya’nın kendi nüfuz alanına girmekle, yayılmacı bir politika izlemekle suçluyor.
Bu durumun Türk-Rus ilişkilerini olumsuz etkilemesi olası mıdır?
Son zamanlarda iki tarafın da takındığı kararlı tavır, bu pürüzsüzlere rağmen, iş birliğinin sürdürüleceğinin gösteriyor. Bunun böyle olabilmesinde rol oynayan en önemli faktör gerek Ankara’nın gerekse Moskova’nın, iş birliğine verdikleri büyük önem ve bunu, bazı uyuşmazlıklara rağmen, mutlaka sürdürme kararlılığıdır. İki taraf da çıkarlarının bunu gerektirdiğine inanıyor, rakip olarak da davranışlarını, diğer alanlardaki iş birliğine zarar vermeyecek tarzda kontrol etmeye özen gösteriyor. Sonuçta, bir kulvarda bazı sürtüşmeler olsa da, diğer kulvarda işler “tıkırında” ilerliyor...
Türk dış politikasında buna benzer başka örnekler de var.
ABD ile pek çok sorun yaşanıyor, ama mevcut bağların korunmasına ve iş birliğinin geliştirilmesine de özen gösteriliyor.
Çin ile Sincan Uygur Özerk Bölgesi konusunda Türkiye’nin dile getirdiği endişeler ve eleştiriler var. Ama Ankara ile Beijing arasındaki sıkı ilişkiler bu uyuşmazlığa rağmen sürdürülüyor.
Listeyi daha uzatmadan diyebiliriz ki, Türkiye genel tutumu, zaman zaman çıkabilecek görüş ayrılıklarına rağmen, iyi ilişkilerin devamını sağlamaya yöneliktir.
Ne var ki buna ters düşen bazı örnekler de yok değil. Ankara’nın bazı konulardaki görüş farkları dolayısıyla diplomatik ilişkilerini dahi asgariye düşürdüğü ve sonuçta karşı karşıya da geldiği bazı ülkeler vardır. Suriye, Mısır, İsrail, Körfez ülkeleri bunlar arasındadır.
Ankara’yı böyle bir davranışa sevk eden çeşitli nedenlerden biri, değer verdiği kendi ilkesel duruşudur. Örneğin Mısır liderinin darbeyle iktidara gelmiş
olması bu tutumun gerekçesi sayılıyor. Suriye liderinin zalim, İsrail yönetiminin
işgalci sayılması gibi...
Aslında, Türkiye’nin belirli konularda kendi görüş ve tutumunu açıkça ortaya koyması doğaldır. Ancak bunu, bölgesel bir aktör olarak, kendi ulusal çıkarları açısından da önem taşıyan ülkelerle ilişkilerini kesmek veya bozmak noktasına getirmenin anlamı yoktur.
Başta saydığımız ülkelerle ilişkilerde gösterilen sağduyu ve pragmatizm örnek alınmaya değer...