Türkiye’nin Libya politikasının en dikkat çeken yanı, Serrac yönetimine aktif desteğini tüm zorluklara rağmen sürdürme kararlılığını göstermesidir.
Türkiye son zamanlarda bu politikasını hayata geçirirken, Serrac’ın düşmanı olan Hafter’i destekleyen ve Rusya’dan Mısır’a ve Fransa’ya kadar birçok ülkeyi kapsayan geniş bir cepheyle karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye gerek askeri gerekse diplomatik alanda giriştiği hamlelerle, tek başına da olsa, meydan okuyan kararlı tutumunu sürdürüyor.
Erdoğan yönetimini daha baştan Serrac’dan yana bir tavır almaya iten birçok neden var. Ankara’nın böyle bir politika tercihini neden yaptığını daha iyi anlamak için, bunun belirleyici faktörlerini incelemek gerek.
***
Genelde devletlerin dış politikayla ilgili olarak aldıkları pozisyonu savunurken ortaya koydukları “resmi gerekçeler”in dışında, bir de alenen pek açıklamadıkları, ama asıl belirleyici rol oynayan birtakım “milli çıkar hesapları” vardır.
Türk hükümetinin Libya meselesinde Serrac yönetiminden yana bir tutum almasının başlıca gerekçesi, Milli Mutabakat Hükümeti’nin BM tarafından tanınan meşru hükümet olduğu argümanına dayanıyor. Bu aslında makul bir gerekçedir. Ancak bu, izlenen politikanın tek belirleyicisi olmadığı gibi, uygulamada her olayda uyulan bir prensip de değildir. Örneğin Suriye’de Esad yönetimi de BM tarafından tanınan bir hükümettir. Türkiye onu tanımıyor ve muhalif güçleri destekliyor.
Biraz önce belirttiğim gibi, Türkiye açısından da Libya konusunda esas belirleyici faktörler, “milli çıkar” hesaplarına dayanıyor.
Libya politikasına siyasi, ekonomik, askeri alanlarda yön veren başlıca faktörleri şöyle özetleyebiliriz:
- SİYASİ: Bu faslı, Erdoğan yönetiminin bölgesel ve küresel bir güç olarak “yükselen Türkiye” vizyonu çerçevesinde değerlendirmek gerek. Bu hedef ve bu misyon anlayışı, dış politikada “büyük düşünerek” birtakım atılımlar yapmak cesaretini veriyor. Bu bağlamda bazı riskler alma pahasına, ortaya çıkan fırsatlar kullanılıyor.
İşte Libya politikası da bu geniş fotoğrafın bir parçası. Ankara bu meselede ortaya çıkan fırsatı yakaladı, dış desteğe muhtaç Serrac’a elini uzattı ve Doğu Akdeniz’le ilgili yeni stratejisini de hayata geçirdi. Bu sayede bugün Türkiye Libya meselesinde başlıca “oyun kurucu” olarak önemli bir aktör durumunda. Artık “Türkiye’siz çözüm olmaz” denecek kadar etkin pozisyonda.
Bu fasıl içinde bunun ideolojik boyutunu da görmek gerek. Serrac’ın Müslüman Kardeşler hareketine mensup olmasının, iktidar çevrelerinin sempatisinin ve tercihinin nedenlerinden biri olduğu bir gerçek.
- EKONOMİK: Türkiye, Serrac hükümetiyle geçen yılın sonlarında imzaladığı anlaşmayla, Doğu Akdeniz’deki kendi egemenlik sınırlarını genişletmiştir. Bu da doğal gaz ve petrol arama faaliyetlerini (Kıbrıs açıklarında yaptığı gibi) o bölgede de yürüteceği anlamına geliyor. Bu yönde hazırlıklar başladı bile.
Türkiye, Libya’nın bundan sonraki ekonomik kalkınma projelerinde ön safta yer alabilecek, inşaattan ticarete kadar birçok alanda iş birliği yapacak.
- ASKERİ: Serrac ile varılan anlaşma, Türk askerinin Libya’da bir varlık göstermesinin sağlıyor. Türkiye, bölgede “sert gücü”nü de sergiliyor. Geçen hafta Doğu Akdeniz’de girişilen büyük hava ve deniz tatbikatı bunun açık göstergesi. Artık TSK, o bölgede de var.
***
Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlarının gerekçesi, daha çok “güvenlik” faktörüne dayanıyordu. Amaç Kuzey Suriye’de PKK kontrolünde bir Kürt koridorunun oluşmasını önlemek, Türkiye’nin nüfuzu altında bir güvenli bölge kurmaktı.
Libya’da amaç daha çok stratejik bir nitelik taşıyor. Doğu Akdeniz’de siyasal, ekonomik ve askeri bir varlık göstermek ve nüfuz alanını genişletmek hedefleniyor.
Bunun riskleri ve maliyeti var tabii. Ama Ankara için geniş ufuklu dış politika hamleleri, çıkarların gereği ve öncelikli tercihidir.