Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başkan Donald Trump’ın 7 Müslüman ülke vatandaşlarının ABD’ye girişini yasaklaması ABD dahil dünyanın birçok yerinde protesto edilirken, Türkiye’den fazla bir ses çıkmaması çok kimseyi şaşırttı.
Gerçekten bu gibi hallerde tepkisini en sert şekilde dile getiren Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Türk siyasi liderleri bu olayda suskun kaldılar. Halktan ve çeşitli kuruluşlardan da bir hareket görülmedi.
Bunun nedenini anlamak zor değil.
Kuşkusuz Türkiye’de hiç kimse Trump’ın yaptığını doğru bulmuyor, herkes dini ayrımcılığına karşı öfke duyuyor, bu davranışın terörü önlemek yerine daha çok etkileyeceğine inanıyor.
“Bekle-gör” durumu
Ama Ankara’nın İngiltere’den Avustralya’ya kadar birçok ülkenin aksine bu tepkisini yüksek sesle duyurmaması Türk diplomasisinin ABD’deki iktidar değişikliğinden sonra bir “bekle-gör” pozisyonuna geçmek zorunda kalmasından kaynaklanıyor.
Türk-Amerika ilişkilerinin kriz geçirdiği bir dönemde, Ankara’nın bazı temel sorunların çözümü konusunda Trump yönetiminden önemli beklentileri var. FETÖ elebaşının Türkiye’ye iadesi ve PYD/YPG’ye desteğin kesilmesi başta olmak üzere, Trump’ın ilişkileri direkt etkileyen meselelerde nasıl bir tavır alacağı henüz belli değil.
Bu herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile yakında yapacağı Milano görüşmesinden sonra belli olacak.
Ankara’nın bu güne kadar Trump’ı karşısına almaktan çekinmesi ve biraz daha sabırlı ve temkinli davranması akılcı bir harekettir. Ancak bu bazı yetkililerin, Trump’ın “güç yasağı”na karşı görüşlerini ifade etmelerine engel değil. Nitekim bu da ılımlı ve dikkatli bir üslupla yapılıyor...
Önce çıkarlar
Türkiye açısından önemli olan, kendi çıkarlarıyla doğrudan ilgili meselelerde Trump yönetiminden beklediklerini sağlamaktır.
Türk dış politikasının önceliği de budur. Trump yönetiminin Türkiye’yi direkt etkilemeyen konularda aldığı tavır ise, ikincil bir yere sahiptir.
Ancak bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin yeni ABD yönetiminin Türkiye’nin görüşlerine veya hassasiyetlerine ters düşen davranışları karşısında münasip şekilde tavrını ortaya koymasına engel olmamalıdır.
Türk diplomasisi bunun tecrübelerini daha önce de yaşadı.
Örneğin Rusya Kırım’ı işgal ve ilhak ettiği zaman, -Ankara Tatarlarla mevcut bağlara rağmen- Moskova’ya karşı sert çıkmamaya ve ilişkileri bozabilecek bir harekette bulunmamaya özen gösterdi. Benzer bir tavır Çin’in Doğu Türkistan’da Uygurlara karşı giriştiği eylemler sırasında da görüldü...
Dış politikada öncelikli çıkarların ağır bastığı hallerde böyle pragmatik davranmak kaçınılmaz oluyor.