Geçen cuma günkü yazımızın başlığı “Ege’de yumuşama” idi. Bugünkü konumuz ise, Akdeniz’de sertleşme…
Ege’deki olay, Türkiye ile Yunanistan arasında patlak veren bir krizle başladı. Türkiye’nin Oruç Reis sismik araştırma gemisini Meis adası açıklarına gönderme kararına karşı Yunanistan’ın gösterdiği sert tepki üzerine, Almanya’nın devreye girmesiyle, hava yumuşadı ve iki komşu ülke, aralarındaki anlaşmazlıkları müzakere yolu ile halletme kararını aldı. Şimdi bu görüşmelerin önümüzdeki günlerde Ankara’da başlaması bekleniyor…
Türk-Yunan ilişkilerinde böyle bir yumuşama süreci başlarken, Doğu Akdeniz’de, Türkiye ile Güney Kıbrıs arasında yeni bir sertleşmeye ve gerilime doğru gidildi. Türkiye’nin Kıbrıs Rum yönetiminin Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiği üç parselin yer aldığı noktaya Barbaros Hayrettin Paşa sismik gemisini sevk etmesi, Anastasiadis yönetiminin tepkisine yol açtı. Rum tarafı, AB’den Rusya’ya, ABD’den Mısır’a kadar çeşitli güçlerin desteğini sağlamaya çalıştı. Ancak şu ana kadar gösterilen tepkiler lafta kaldı: Barbaros’un faaliyeti planlandığı gibi devam ediyor…
Benzerlikler ve Farklılıklar
Bu tablo karşısında akla hemen şu soru geliyor: Ege’de görülen yumuşama, şimdi Akdeniz’de de gerçekleşebilir mi?
Bu sorunun yanıtı aranırken, önce iki durum arasındaki benzerliklerin ve de farklılıkların ne olduğuna bakmak gerek.
Her iki olayda da başlıca benzerlik, anlaşmazlık nedeninin temelinde, egemenlik hakkı meselesi ile ilgilidir. Gerilime yol açan kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, ekonomik bölge vs. gibi uyuşmazlıklar, tarafların egemenlik hakkı ile ilgili zıt argümanlarından kaynaklanıyor. Dolayısıyla anlaşmazlık konularındaki duruşları ve de hareketleri, birbirleriyle çatışıyor.
Son olaylarda, Türkiye’nin Meis açıklarında ve Kıbrıs’ın etrafında sismik araştırma yapma girişimi karşısında sergilenen tavır, bu zıt argümanlara dayanıyor.
Örneğin Türkiye bu meselede kıta sahanlığını belirleyici faktör olarak gösteriyor: Yunan ve Kıbrıs Rum tarafı ise karasuları gibi kıstasları esas alıyor…
Bir başka benzerlikte karşı tarafın uluslararası destek sağlamaktaki başarısıdır. Bazı hallerde yalnız kalan Türkiye, hakkını güç gösterisi ve aksiyon ile savunmaya çalışıyor.
İki olay arasındaki başlıca farklılık ise Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünden kaynaklanan durumdur. Rum yönetiminin tek yanlı kararları ve hareketleri, Türkiye’yi, Kıbrıs Türklerinin haklarını savunmaya zorlamıştır. Kaldı ki, Türkiye bu hakkı kendi kıta sahanlığı çerçevesinde görüyor ve ona göre hareket ediyor.
Zorluklar ve Fırsatlar
Aslında son zamanlarda Ege’de ve D. Akdeniz’de yaşanan sorunlar, bölgede hidrokarbon kaynaklarının belirlenmesi ile yüzeye çıkmıştır. Oysa başta bu zenginliklerin karşılıklı anlayış ve iş birliğiyle tüm tarafların yararına kullanılabileceği düşünülmüştü.
Ege ve D. Akdeniz Türkiye ile Yunanistan’ı ve Kıbrıs’ı birbirine düşüren değil, yakınlaştıran geniş bir iş birliği alanı olabilirdi. Ne yazık ki öyle olmadı. Çıkar çelişkisi, zıtlaşmaya, zorlamalara yol açtı.
Ege’de şimdi Türk-Yunan diyaloğu, en azından gerilimi yatıştıracak ve uzlaşma yolu açacak bir fırsat yaratıyor.
D.Akdeniz’de Kıbrıs için aynı olasılığı ön görmek daha zor. Çünkü Doğu Akdeniz’le ilgili anlaşmazlık, aynı zamanda kemikleşmiş Kıbrıs meselesinin karmaşıklığı ile daha da çözümü zor bir noktaya gelmiş durumda. Ayrıca bu bölgenin artık Ankara’nın stratejik hesaplarında eskisinden daha da önemli bir yeri var.
Ne var ki, bu anlaşmazlıklara zorlamalarla değil, uzlaşıcı görüşmeler ile çözüm aramanın daha doğru ve yararlı olacağı da unutulmamalıdır…