Geçen cuma günü “AB’nin İki Yüzü” başlıklı yazımda, bilim ve teknoloji dahil, birçok alanda dünyanın en ileri ülkesi konumunda olan ABD’nin koronavirüs salgını karşısında nasıl perişan duruma düştüğünü incelemiş, ülkenin iki farklı yüzüne dikkati çekmiştim.
O satırlar yayımlanırken, bir başka olay, gene ABD’nin dünyanın en ileri veya güçlü ülkesi sıfatıyla çelişen “çirkin yüzünü” gözlerin önüne seriyordu.
Olay, ilk bakışta, Minnesota eyaletinde, polisin bir siyahiyi öldürmesi gibi, ABD’de zaman zaman meydana gelen bir cinayetti. Ancak bunun mahiyeti, tüm ülkeyi ayağa kaldıracak kadar farklı ve ateşleyiciydi.
Polis, sıradan bir suç iddiasıyla yakaladığı 46 yaşındaki George Floyd’u vahşi bir şekilde boğarak öldürmüş, olay kameraların önünde cereyan ettiği için, Floyd’un “Nefes alamıyorum” feryadıyla birlikte, canlı olarak Amerika’da ve bütün dünyada izlenmişti.
Bu trajik olayın bundan sonraki aşamaları, bazı eyaletlerde daha önce polisin zencilere karşı saldırganlığını gösteren davranışlarının çok ötesine gitmiş, ABD’yi derinden sarsmıştır.
Tehlikeli boyutlar
Floyd’un ABD çapında bir çatışmaya yol açan öldürülmesi hadisesinin birkaç boyutu var.
Birinci boyut, siyahilerden nefret eden ırkçı bir polisin yakaladığı bir siyahiyi herkesin önünde vahşice öldürmesidir. Bu, eyalette siyahileri protesto eylemleri için sokaklara dökmeye itmiş, bu hareket dalga dalga tüm ülkeye yayılmıştır.
İkinci boyut, eylemlerin şiddete dönüşmesi, bir kısım göstericinin etrafı yıkıp yakmasıdır. Bu noktada eyalet makamları yerel polis güçleriyle yetinmeyip Ulusal Muhafız birliklerini devreye sokmuştur. Böylece askerle siviller karşı karşıya gelmiştir.
Üçüncü boyut, Başkan Trump’ın malum saldırgan ve kaba üslubuyla işe müdahale etmesi, solcuları suçlaması, ateş açıp açma emrini verme tehdidinde bulunması tansiyonu büsbütün körüklemiştir. Ayrıca eyalet yöneticileri (Vali, Belediye Başkanı) ile Beyaz Saray’ın arası iyice açılmıştır.
Derin sebepler
Floyd olayının yayılmasının geri planında, ABD’nin “parlak yüzü” ile çelişen ve Amerikan toplumunun zaaflarını yüzeye çıkaran bazı “derin sebepler” var.
Bunların başında, ABD’de ırkçılığın ve dolayısıyla siyahi düşmanlığının hâlâ devam etmesidir.
Bu aslında tarihi nedenlere dayanıyor. Özellikle bazı eyaletlerde beyazlar siyahilere 18. yüzyılda Afrika’dan getirilen kölelerin çocukları gözüyle bakıyor, onları günümüzde dahi ikinci sınıf vatandaş olarak görüyor ve ona göre bir davranış sergiliyor. ABD nüfusu içinde bu marjinal bir kesim sayılsa da, zaman zaman varlığını gösterebiliyor.
Aslında bu ırkçılık akımı 1960’lardan sonraki eşitlik reformlarına ve Obama’nın Başkan seçilmesine kadar giden zihniyet değişikliğine ters düşüyor ve gerçekten ABD’nin öbür yüzünü gösteriyor.
Floyd olayının yol açtığı sokak eylemleri aslında bir “sosyal patlama” niteliğini taşıyor. Evet, başta eylemler barış içinde yapılıyordu. Sonra bu dejenere oldu, araya çapulculuk, provokasyon karıştı, şiddete ve kargaşaya dönüştü. Bunu aklı başında hiç kimse istemiyor, ama oluyor işte. Sebebi de toplumun belirli kesimlerinin ezikliği, mağduriyeti ve öfkesidir.
Halen ABD’de bu durumda olan kesimlerin başında siyahiler ve Latin Amerika kökenliler geliyor. Arada çok sayıda beyazlar da var tabii. Halen ABD’de (korona yüzünden) işsiz sayısı 40 milyonu buluyor.
Kısacası, ABD’nin öbür yüzünde görülen durum, sosyoekonomik sorunlardan ve sıkın- tılardan kaynaklanıyor.
Şimdi, Floyd olayı ile, bu sorunlar daha açık belli oluyor.
Amerikan basınında ve aydın çevrelerinde bu gerçek kaydediliyor ve birçok yazarın deyişiyle, “artık değişim için bu olayın bir fırsat sayılması” isteniyor.
Bu uyanış ve değişim gerçekleşmedikçe ABD’nin “dökülen öbür yüzü” dünya liderliğine soyunan ve demokratik değerlerin savunuculuğunu yapan ABD’nin “parlak yüzü”nü gölgelemeye devam edecektir.