Koronavirüs salgını, birçok alanda olduğu gibi, Türk dış politikasındaki olası değişikliklerle ilgili yeni değerlen- dirmelere yol açmış bulunuyor.
Bu değerlendirmelerin başında yer alan konulardan biri de, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin geleceğidir.
Geçen hafta sonu kutlanan “Avrupa Günü” vesilesiyle, “Türkiye AB içinde mi olacak, yoksa dışında mı kalacak?” sorusu, bu kez, korona krizinin gölgesi altında gündeme geldi; tartışmalar da bu yeni durum karşısında Ankara’nın nasıl bir politika izlemesi gerektiği noktasında odaklandı.
Öteden beri Türkiye’nin AB üyeliğine değişik nedenlerden dolayı karşı çıkanlar için, korona salgınının AB üzerindeki sarsıcı etkileri bir fırsat oluşturdu. Bu çevreler, AB’nin korona krizinde içine düştüğü perişanlığı vurgulayarak, Topluluğun hayatta kalma şansının pek olmadığı ve dağılıp tarihe karışacağı öngörüsünde bulundular.
Dolayısıyla, bu karamsar değerlendirmeyi yapanlar, zaten normal şartlarda da üyelik şansı bulunmayan, yıllardır boşuna bekleyen Türkiye’nin artık AB’den umudunu kesmesi ve onun dışındaki alternatiflere yönelmesi gerektiği sonucunu çıkarıyorlar.
***
Türk kamuoyunun geniş bir kesiminin yıllar önce büyük bir hevesle giriştiği AB yolculuğunda, karşılaştığı olumsuz davranışlar ve engeller nedeniyle derin düş kırıklığına uğradığı ve artık yorgun ve umutsuz duruma düştüğü bir gerçektir.
Oysa Türkiye gerçekten ta 1950’lerden itibaren, “Avrupa vizyonunu” benimsemiş, bu yolda ilk adımlarını Avrupa Konseyi başta olmak üzere çeşitli Avrupa kurumlarına katılarak AB ile de bütünleşmeye verdiği önemi ortaya koymuştu. Ankara için AB üyeliği sadece ticari ve ekonomik çıkarlara dayanan bir hedef değildi. Bunun jeostratejik faktörlerden demokratik değerlere kadar, diğer boyutları da büyük önem taşıyordu...
İlginç olan husus, Türkiye’nin sadece iş başındakileriyle değil, halkının da hatırı sayılır bir kesiminin, bütün hayal kırıklıklarına ve hatta kızgınlıklara rağmen, AB’nin içinde yer alma arzusundan vazgeçmemiş olmasıdır. Korona krizinden önce yapılan anketler, Türk kamuoyunun yarısından fazlasının AB üyeliğine desteğinin devam ettiğini gösteriyordu. Salgının bu durumu değiştirip değiştirmediği, dolayısıyla Türkiye’nin AB’nin dışında kalmasının söz konusu olup olmayacağı, şimdi yeniden araştırmaya değer...
***
Son günlerde, AB karşıtı veya karamsar çevrelerden yükselen sesler bu salgın nedeniyle Topluluğun artık bir varlık gösteremeyeceği varsayımına dayanıyor.
Geçen salı günkü yazımızda AB’nin sağlık durumunun şu sırada kötü olduğunu, ancak ölüm döşeğinde olmadığını ve toparlanma şansının da var olduğunu belirtmiştik. Topluluk içinde bunun farklı biçimde de olsa hayatta kalmasını isteyen geniş bir çoğunluk ve etkin yönetim kadroları vardır.
Aslında AB konusundaki değerlendirmelerde korona ile ilintili varsayımların doğru ve gerçekçi olması önemlidir. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa günü” münasebetiyle AB’ye “tam üyeliğin Türkiye’nin stratejik hedefi” olmaya devam ettiğini söylemesi konuyla ilgili başlıca faktörlerin hâlâ geçerli sayıldığını gösteriyor.
Türkiye’nin ekonomik, politik, jeostratejik çıkarları AB’nin (var olduğu müddetçe) “dışında” kalmamayı gerektiriyor.
Daha açık bir deyişle, AB’yi şimdiden yok saymak, ondan kopmak düşünülebilecek çeşitli seçeneklerden daha büyük avantaj ve yarar sağlamayacaktır.
Dolayısıyla, koronanın etkileri çerçevesindeki dış politikayla ilgili değerlendirmeler, ideolojik ve tepkisel duygularla değil, pragmatik ve gerçekçi bir anlayışla yapılmalıdır.