Başbakan Binali Yıldırım’ın önceki gün Ankara’da Ak Partili eski bakanlarla yaptığı toplantıda dile getirilen görüşler arasında “üslup meselesi”nin de gündeme getirilmesi dikkati çekti.
Basına yansıyan bilgilere göre, bazı eski bakanlar, son zamanlarda iç ve dış konularla ilgili konuşmalarda kullanılan sert üsluba değindiler. Bu arada eski bakanlardan Ali Coşkun, bu tür üslubun olası olumsuz etkilerinden söz etti ve örneğin Almanya’nın Türkiye’ye en çok turist gönderen, Hollanda’nın da en çok yatırım yapan ülkeler arasında yer aldıklarını anımsattı.
Deneyimli eski bakanların katıldığı böyle bir toplantıda bu konunun görüşülmesi herhalde gereken sonuçların çıkarılmasına yarayacaktır. Aslında son zamanlarda referandum vesilesiyle mitinglerde yapılan konuşmalarda, dış politika meselelerinde zaman zaman kullanılan çok sert ve agresif üslubun, gerginlikleri fazlasıyla tırmandırdığı görülmektedir.
Neye yarar?
Evet, son Hollanda ve Almanya örneklerinde görüldüğü gibi, Türkiye’ye karşı yapılan yanlış, hatta düşmanca hareketler vardır.
Türkiye bunlardan rahatsızdır; çoğu zaman öfkelidir de... Ancak amaç onları bu davranışlarından veya görüşlerinden vazgeçirmek olduğuna göre, bunun yolu onları
Geçtiğimiz cumartesi günü, Türkiye ile AB arasında 18 Mart 2016’da imzalanan sığınmacı anlaşmasının yıldönümüydü. Bu vesileyle Avrupalı liderler bu anlaşma sayesinde başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’dan Avrupa’ya kitlesel göç hareketinin epey yavaşladığını belirttiler. Şu sırada Avrupa ülkeleriyle kriz yaşayan Türkiye’nin tepkisi ise farklı oldu: Türk yetkililer hükümetin bu anlaşmayı iptal edebileceği mesajını verdiler...
Aslında bir yıl önce dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile başta Şansölye Angela Merkel olmak üzere AB liderleriyle çetin müzakerelerden sonra imzalanan anlaşma, özellikle Ege’den Yunanistan’a ve oradan da Avrupa’ya yüz binlerce kaçak göçmenin akınını frenledi. İki komşu ülkenin NATO’nun da desteğiyle Ege Denizi’nde kurduğu sıkı kontrol daha önce Suriyeli sığınmacıların yaşadığı türden dramları büyük oranda azalttı.
Aksamalar var
Bu anlaşmanın daha çok mülteci akınından korkan Avrupa ülkelerinin işine yaradığı bir gerçek. Ancak Türkiye’nin bu anlaşmayla üstlendiği sorumluluk ve aldığı önlemler, 2015’te görüldüğü gibi, birçok göçmenin hayatlarını daha yolda kaybetmelerini veya perişan duruma düşmelerini önlemiştir.
Türkiye’nin, bu anlaşmayla insancıl bir rol
Mark Rutte, başa baş gittiği rakibi Geert Wilders’i sandıkta yendi... Gerçi Başbakan’ın liberal partisi VVD geriledi, ama gene de meclisteki 150 sandalyeden 33’ünü elde ederek birinci parti pozisyonunu korumayı başardı. Buna karşılık, Wilders’in aşırı milliyetçi partisi PVV ilerledi ama 20 sandalye ile ancak ikinci parti durumuna geldi...
Hollanda’daki seçimlerde bu kez bütün dikkatler bu iki politikacı üzerinde odaklandığı için, sandıktan çıkan sonuçların bu yönü daha çok ilgi görüyor.
Oysa VVD ve PVV dışındaki partilerin yeni meclisteki durumu da önemli trend’ler yansıtıyor. Örneğin Rutte’nin koalisyonunda yer almış olan İşçi Partisi hezimete uğradı, buna karşılık Yeşiller beklenmedik bir başarı gösterdi; bu arada Türklerin Faslılarla birlikte kurdukları DENK Partisi ilk kez meclise girdi...
Bu tablo, Rutte’nin üçüncü kez başbakan olacağını ve 3, hatta 4 partili bir koalisyon kuracağını gösteriyor. Şimdiden belli olan diğer bir husus da, Wilders’in iktidara gelme şansının bulunmadığı, hiçbir partinin onunla ortaklık kurmaya niyetli olmadığıdır...
Popülizme fren...
Wilders gibi düşünenlerin dışında Hollanda’da ve genelde Avrupa’da hâkim görüş, aşırı milliyetçi ve ırkçı
Önceki gece Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile siyasi rakibi Geert Wilders’i karşı karşıya getiren TV programı, Türkiye-Hollanda krizinin bu seçimlerde ne kadar hâkim bir rol oynadığını gözlerin önüne serdi.
Tartışmaların önemli bir kısmında, bu krizin ışığı altında Türkiye ve İslam’la ilgili görüşler ve argümanlar yer aldı. Canlı yayının yapıldığı geniş salonu dolduranların alkışları da daha çok bu konular üzerinde yankılandı.
Son zamanlarda yabancı ve İslam karşıtı beyanlarıyla yıldızı parlayan Özgürlük Partisi (PVV) lideri Wilders, bir yandan aşırı milliyetçi tutumunu savunurken, diğer yandan Başbakan Rutte’nin Türkiye’ye karşı son “ziyaret krizini”nde izlediği “korkak” politikayı yerden yere vurdu.
Liberal Parti (VDD) lideri Rutte ise Hollanda’da yaşayan Türkler dahil, yabancıların entegrasyonu tezini savundu ve Wilders’in göçmenleri geri göndermeden camileri kapatmaya kadar varan ırkçı düşüncelerini çürütmeye çalıştı.
Tartışmadan sonra yapılan anketler, iki rakip politikacının hâlâ kıl payıyla başa baş gittiğini gösteriyor. Bir Hollandalı analistin deyimiyle, “Hollanda halkı hiç bu kadar kutuplaşmamıştı”...
Wilders kazanırsa...
Aslında Hollanda halkı bugün sandık başına
Almanya’dan sonra Hollanda ile patlak veren “ziyaret krizi”nin aldığı boyutlar, Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilerin ciddi hasar görmesi olasılığını yaratıyor.
Olayın seyri ve kapsamı, başta gözüken sebebini aşıyor. Mesele artık Türk bakanların 16 Nisan referandumuyla ilgili olarak Almanya’da veya Hollanda’da yaşayan Türklere hitap etmek üzere bu ülkeleri ziyaret etmelerinin engellenmesinden ibaret sayılmıyor. Buna daha kompleks birtakım nedenler atfediliyor: Bu ülkelerde şu sırada hâkim olan seçim havası içinde Türk aleyhtarlığının yükselmesi, Türkiye’nin zayıflatılmak istenmesi gibi...
Nedenler bir yana, şimdiye kadar gösterilen tepkilerin ve söz düellosunun ikili ve hatta çok yönlü ilişkileri sarsmaya başladığı görülüyor.
Dost mu, düşman mı?
Son iki olayda, Almanya ve özellikle Hollanda ile karşılıklı söz ve davranış şekli, dost ve müttefik değil, adeta düşman ülkelerin tavrını andırıyor.
Böyle bir şeyin hele beş yüzyıllık bir dostluğun paylaşıldığı Hollanda gibi bir ülkeyle meydana gelmesi gerçekten bir talihsizlik...
Bu olay aynı zamanda Türkiye’de Avrupa hakkında duyulan güvensizliği ve şüpheciliği yüzeye çıkardı. Bu duygunun sadece politikacılar değil, kamuoyunda da çok
Hafta başında aynı başlık altındaki yazımızda Suriye’deki askeri tabloda meydana gelen son değişikliklerin ışığında tek tek iç ve dış aktörlerin pozisyonunu incelemiş ve sahada yeni hamlelerin beklendiğini belirtmiştik.
Bu hamlelerden biri hafta ortasında Türkiye’den geldi. Türk Genelkurmay Başkanı, ABD ve Rus mevkidaşlarını Antalya’ya davet etti. İlk kez gerçekleşen bu üçlü askeri zirvede özellikle Menbiç’te birbirlerine yakın mesafede konumlanmış olan çeşitli güçler arasında bir çatışmayı önleyecek koordinasyonun sağlanması konusu ele alındı. Bu arada Türk tarafı, YPG’nin saf dışı tutulmasına ilişkin kesin tutumunu bir kez daha ortaya koydu.
Diğer önemli bir hamle de önceki gün ABD’den geldi. Deniz Piyadeleri gücüne bağlı 400 kişilik bir topçu birliğinin Rakka bölgesine sevk edildiği açıklandı. Verilen bilgilere göre bu güç, Rakka’yı IŞİD’den temizlemek için yakında başlaması planlanan harekâtta, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile işbirliği yapacak. Amerikan askerleri Rakka cephesinde ön safta yer almamakla beraber, SDG’ye gerekli bütün desteği sağlayacak...
Washington’un sürprizi
ABD’nin bu hamlesi sürpriz oldu. Pentagon’un Rakka konusunda bazı planlar
Türkiye’de ve Avrupa’da şu sırada
“oy kaygısı”nın öne çıkması,
ikili ilişkilerde yeni sıkıntılar
ve gerginlikler yaratıyor.
Aslında Türkiye’nin Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleriyle bir süreden beri karşılaştığı ciddi anlaşmazlıklar var. Bu ülkelerin PKK’ya ve FETÖ’ye destekleri ve Türkiye’nin iç siyasetine ilişkin eleştirel tutumları gibi...
Ancak bugünlerde bu ülkelerle gerilimin artmasına yol açan olay, tabiri caizse, “sandık” ile ilgili. Yani Türkiye’deki referandum ve Avrupa’daki seçim havası, Ankara ile Berlin ve
diğer bazı Avrupa başkentlerini
Almanya ile son günlerde patlak veren krizin nedenini, iki Türk Bakan’ın Almanya’daki Türklere referandum vesilesiyle hitap etmesine imkân verilmemesi olayının ötesinde, daha derin anlaşmazlıklarda aramak lazım.
Kuşkusuz iki Bakan’ın konuşmasına eften püften bahanelerle engel konması, Ankara’nın buna dostluğa sığmayan bir davranış olarak bakıp tepki göstermesi için yeterli bir neden.
Aslında bu tutum, iddia edildiği gibi sadece bazı yerel makamların işi olduğu kabul edilse dahi, iki ülke arasındaki ilişkilerin geldiği kritik noktayı gösteriyor. Basit görünen veya öyle gösterilmek istenen bir olay bile, mevcut uyuşmazlıkların yol açtığı şüphelerden ve güvensizlikten beslenip kolayca bir krize dönüşebiliyor...
Bilinen neden
Bu son olay üzerine gerginliğin hızla tırmanmasında iki faktörün payı var.
Birincisi, iki ülke arasında (özellikle Türkiye tarafında daha çok hissedilen) temel uyuşmazlıklarla ilgili.
Ankara öteden beri eski müttefiki Almanya’nın Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren ve etkileyen PKK ve FETÖ meselelerindeki tutumundan şikâyetçidir. Hükümet Türkiye’nin güvenliği açısından hayati önem verdiği bu iki konuda Almanya’nın bu tür faaliyetlere girişen gruplara göz