İsrail’de geçen nisanda yapılan erken seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen Binyamin Netanyahu, bir koalisyon oluşturamayınca, bir kez daha seçime gitmeye karar vermişti. Salı günü tekrarlanan bu seçimlerin sonucu, beş ay öncesinden pek farklı bir sonuç vermedi. Netanyahu umudunu gerçekleştiremedi, rakibi Benny Gantz’ın kıl payı da olsa gerisinde kaldı.
Aslında bu seçimlerden ne Netanyahu’nun sağcı Likud Partisi, ne de Gantz’ın merkez Mavi-Beyaz Partisi tek başına hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu kazanabildi. Bu durumda yeni bir koalisyon denemesi kaçınılmaz. Mesele bu koalisyonu kimin kimlerle kuracağıdır.
İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin’in bu görevi, başarı şansı daha yüksek gözüken Gantz’a vermesi muhtemel. Ama İsrail’deki popüler adıyla Bibi (Netanyahu) kolay pes eden bir politikacı değil. Nitekim o da şimdiden rakibi Gantz gibi, 120 üyeli mecliste çoğunluğu temsil eden bir koalisyon kurmak için kollarını sıvamış durumda.
Ne var ki İsrail’de artık Netanyahu
ABD Başkanı Donald Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’un görevini hangi şartlarda bıraktığı, tartışma konusu. Trump “Onun işine ben son verdim” diyor, Bolton ise kendi arzusuyla istifasını verdiğini söylüyor. Ancak ikisinin de hemfikir olduğu bir nokta var: O da, aralarında derin görüş ayrılıkları olduğu ve artık anlaşamadıklarıdır.
Olayın asıl önemli yanı, Bolton gibi bir “şahin”in ABD siyasetinde devre dışı kalmasıdır. Dış konularda Başkan’ın en önemli ve etkin danışmanı olarak Bolton, İran’dan Kuzey Kore’ye, Afganistan’dan Venezuela’ya kadar, birçok meselede Beyaz Saray’ı kendi sert ve agresif görüşlerinin baskısı altında tutmaya, bu arada Trump’ın bazı uzlaşıcı diplomatik girişimlerini engellemeye çalışmıştır. Bu nedenle, zaten bu meselelerde fazla bilgi ve deneyimi olmayan Trump’ın çok kez tutarlı bir politika izleyemediği, bir gün söyledikleri ile ertesi gün yaptıkları arasında uçurumlar ortaya çıktığı görülmüştür.
Bolton’un son olarak Trump’ın olası
İlk bakışta, Türk ve Amerikan askeri güçlerinin Fırat’ın doğusunda ortak devriye faaliyetine girişmesi uzun zamandır beklenen bir gelişmenin gerçekleşmesi bakımından memnunluk yarattı. Böylece çetin müzakerelerden sonra Ankara’nın istediği oluyor, Mehmetçik Fırat’ın doğusundaki kritik topraklara ayak basıyor, güvenli bölge projesinin gerçekleşmesi için ilk adım atılmış oluyordu. Bu sembolik adım yeni bir sürecin başlangıcı sayılıyordu.
Aynı gün, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Malatya’da yaptığı bir konuşmada bu konuda söyledikleri, Ankara’nın bu sürece ne kadar ihtiyatla, hatta şüpheyle baktığını ortaya koydu.
Ortak devriye olayını daha çok göstermelik diye niteleyen Cumhurbaşkanı, ABD’nin Türkiye’nin güvenli bölgeyle ilgili esas istek ve beklentilerinden çok farklı bir tutum içinde olduğunu belirtti ve “Müttefikimiz, bizim için değil, terör örgütü için bir güvenli bölge peşindedir” diye konuştu.
Sonuç olarak, Erdoğan, bu ayın
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Sivas’ta düzenlenen Orta Anadolu Ekonomik Forumu’nda yaptığı uzun konuşma sırasında son derece önemli bir açıklamada bulundu, Türkiye’nin nükleer silah sahibi olması gerektiğine inandığını ve bu yönde bazı çalışmaların da başlamış olduğunu söyledi.
Bu, Cumhurbaşkanı’nın veya herhangi üst düzey bir Türk yetkilisinin konuyla ilgili alenen ilk kez yaptığı bir ifşaattır.
Türkiye’nin nükleer silaha sahip olma niyetine ilişkin Sivas çıkışlı bu haber dün dünya medyasında büyük ilgi gördü.
Cumhurbaşkanı, konuşmasının Türkiye’nin savunma kapasitesini güçlendirecek çeşitli başarılı çalışmalarından bahsederken, bütün gelişmiş ülkeler nükleer silahlara sahip iken, Türkiye’nin benzer bir olanaktan yoksun kalmasının kabul edilemez olduğunu belirtti ve bu arada bölgemizde İsrail’in de böyle bir gücünün bulunduğunu hatırlattı.
Boris Johnson, demokrasi geleneği olmayan bir ülkenin başbakanı olsaydı, parlamento faaliyetini askıya alma kararından dolayı diktatör davranmakla suçlanacak, olay fazla şaşkınlık yaratmayacaktı.
Ama Boris Johnson, köklü parlamenter demokrasinin beşiği sayılan Birleşik Krallık’ın Başbakanı. Brexit politikasını mutlaka hayata geçirmek için, ülkenin en eski ve etkin siyasi kurumu olan parlamentoyu önümüzdeki pazartesiden itibaren zoraki 5 haftalık bir tatile sevk etmesi dünyayı şaşırttı, Britanya halkında da şok yarattı. İngiliz basınında bu kararın “demokrasiye indirilen bir darbe” olarak nitelendirilmesi, bu konuda derin öfkeyi ve karamsarlığı gözlerin önüne seriyor.
Üç yıl önceki referandumla gündeme getirilen Brexit, yani Britanya’nın AB’den çıkması kararı, şimdiye kadar Birleşik Krallık’ın siyasi ve ekonomik hayatında ciddi sarsıntılar yaratmıştır. AB ile Brexit müzakerelerini iki yıl müzakere eden, ama varılan anlaşmayı parlamentoya bir türlü kabul ettiremeyen eski Başbakan Theresa May’in istifasından
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Moskova’da yaptığı görüşmeden çıkan esas sonuç, şimdilik İdlib’deki krizin kontrol altına alınmasıdır.
İki lider arasında bu konuda varılan mutabakatın küçümsenmeyecek bir başarı olduğunu anlamak için, İdlib’de son günlerde yaşanan gerginliği hatırlamak yeter. Özellikle Rus desteğindeki Suriye savaş uçaklarının 9 numaralı Türk gözlem noktasına gitmekte olan bir Türk konvoyuna saldırması Ankara’nın sert tepkisine ve hatta Türk Silahlı Kuvvetleri ile rejim güçleri arasında sıcak bir çatışma tehlikesinin ortaya çıkmasına yol açmıştı.
Neyse ki Rusya’nın da katılmasıyla girişilen diplomatik çabalar ve o noktaya bir Rus güvenlik birliğinin sevk edilmesi sonucunda olası bir Türk-Suriye çatışması önlenmiş oldu. Ardından geçen salı günü Erdoğan-Putin görüşmesi gerçekleştirildi.
Bu randevunun Türk-Rus ilişkilerinde iki pozitif gelişmeye denk getirilmesi bir rastlantı değildi tabii. Bunlardan biri,
Bu ayın başlarında Hindis- tan’ın Keşmir’de çoğunluğu oluşturan Pakistan kökenli halka yıllardan beri tanınan imtiyazlı özerklik statüsünü değiştirmeye karar vermesi bölgede büyük gerginlik yaratmış: Yeni Delhi ile İslamabad’ı çatışmanın eşiğine getirmiştir.
Hint makamları, Keşmir halkının bu beklenmedik karara karşı gösterdiği tepkiyi bastırmak için sert tedbirler alırken, dünya bu krizin yatıştırılması için gözlerini Birleşmiş Milletler’e çevirmiştir.
Çin’in girişimiyle BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan mesele, daha ilk görüşmelerde Konsey üyeleri arasında anlaşmazlıklar yaratmış, dolayısıyla, bir karar çıkarmak şöyle dursun, ortak bir deklarasyon dahi yayınlamak mümkün olmamıştır.
Çin tarafından desteklenen Pakistan’ın ümidi, Konsey’in Delhi üzerinde baskı yapması ve Keşmir’in statüsünü değiştirme kararından vazgeçeceğiydi. Oysa ABD ve diğer etkin üyeler Hindistan’a karşı böyle bir tavır almak istemediler.
Hindistan aldığı kararın tamamen
Geçen cuma günkü yazımızda, Türkiye ile ABD arasında Suriye’de Fırat’ın doğusunda güvenli bölgenin kurulması konusunda bir anlaşmaya varılmasında Ankara’nın uyguladığı güç gösterisi stratejisinin önemli bir rol oynadığını belirtmiştim.
Nitekim sınır bölgesinde büyük bir askeri yığınak yapmasının ve TSK’nın her an bir operasyona girişmeye hazır olduğunu açıkça göstermesinin, diplomatik çabaları ve müzakereleri etkilediği görüldü. ABD prensipte Türkiye’nin bir “barış koridoru” kurulması fikrini benimsedi ve bu müzakerelerde varılan mutabakatın ilk aşaması şimdi hayata geçiriliyor. Ortak harekât merkezi Şanlıurfa’da kuruluyor. Türk insansız hava araçları (İHA’lar) Fırat’ın doğusundaki bölgede uçuyor. Barış koridoruyla ilgili diğer askeri-teknik detayların (örneğin bölgenin derinliğinin) müzakeresi halen devam ediyor. Bu görüşmeler devam ederken, TSK sınırda gerekirse her an harekete geçmeye hazır durumda bekliyor, Türk liderler bu