Alman Ulusal Takımı’nın Türk kökenli oyuncusu Mesut Özil Türkiye Almanya maçında Türk seyirciler tarafından ıslıklandı. Mesut Türkiye’ye gol attıktan sonra gol attığı için sevinmiş, ama Türkiye’ye gol attığı için sevincini dışarı vuramamış.
Buna karşı Türk Ulusal Takımı’nda Almanya’da doğup büyümüş, Türk kökenli üç futbolcu Almanya’ya karşı oynadı. Onlar Alman seyircisi tarafından ıslıklanmadı.
Bunlar günümüzdeki vatandaşlık ve kimlik sorunlarının yeşil sahalara yansıması.
Vatandaşlık yakın zamanlara dek belirli ulusal ve coğrafi sınırlar içinde yaşayanların sahip oldukları statüyü ifade ediyordu. Vatandaşlık ülke sınırları dışındakilere kapalı bir statüydü. Bu kapalılık vatandaş ile yabancıyı ayırd ediyor, vatandaşın yararlandığı haklardan yabancı yararlanamıyordu. Bu vatandaşlık anlayışı aynı zamanda kimlikleri de belirliyordu. Kimlikler de ulusal nitelik taşıyordu.
Ulusal sınırlarla kapalı vatandaşlık anlayışı 2. Dünya Savaşı’ndan sonra değismeye başladı. İnsan haklarının evrensel hukuk normu niteliğini kazanması, göç hareketleri, küreselleşme ulusal vatandaşlık ve ulusal kimliklerde önemli değişikliklere yol açtılar.
İnsan haklarının evrenselleşmesi, bu hakları
Son günlerde Alevilerin din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması yolundaki istemleri, buna Sn Devlet Bakanı’nın AİHM’nin Zengin/Türkiye (9.10.2007) kararının müfredata ilişkin olduğu yolunda yanıt vermesi, Zengin kararını yeniden gündeme getirdi.
Avrupa Konseyi’ne üye 47 devletten sadece beşinde din dersi zorunlu. Türkiye dışında Yunanistan, Finlandiya, Norveç ve İsveç. Bunlardan hiçbiri laikliği benimsemiş devletler değil. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin büyük bir çoğunluğu din dersini seçmeli ders olarak kabul ediyor.
Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi 1999’da kabul ettiği bir kararda, devlet okullarında verilen din eğitimi ile ailelerin inançları arasında bir uyuşmazlık olmaması gerektiğinin altını çiziyor. 2005 yılında kabul ettiği kararda ise, din derslerinin kültür ile ibadet arasındaki sınırı geçmemesi, amacın belirli bir inancı aşılamak değil, gençlere neden dinlerin var olduklarını anlatmak olması gerektiği belirtiliyor.
Zengin/Türkiye kararında AİHM, din derslerinin zorunlu olması konusunu incelemedi. Başvurucunun şikâyeti de bu değildi. Hasan Zengin’in şikâyeti, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde Sünni İslam açısından eğitim yapıldığı, küçük Eylem
Sn. Cumhurbaşkanı bir üniversitenin açılış töreninde konuşuyor. Yüzünde bir gülümseme, yumuşak bir ses tonuyla demokratik tartışma, ifade özgürlüğünden söz ediyor. Karşısında cüppelerini giymiş öğretim üyeleri saygılı bir sessizlik içinde dinliyorlar.
Aynı anda binanın dışında kıyamet kopuyor. Tutuklu arkadaşlarının serbest bırakılmasını, eğitimin parasız olmasını isteyen öğrenciler pankart açıyor. Polis öğrencilerin üstüne saldırıyor. Öğrencileri yerde sürükleyerek, kızları saçlarından çekerek, yaka paça polis arabasına bindiriyorlar. Karga tulumba götürülen bir öğrenci betona düşüyor.
Aslında bu görmeye alıştığımız bir görüntü. Daha önce de Roman açılımı toplantısı sırasında pankart açarak parasız eğitim isteyen iki öğrenci göz altına alınmışlardı. Altı aydır tutuklular. Eskişehir’de Sn. Cumhurbaşkanı’nı protesto eden bir genç tutuklanıp yargılandı. Sn. Başbakan’ın konvoyu geçerken metalci selamı veren beş genç göz altına alındı. Bu örnekler çoğaltılabilir. En son Türkiye-ABD basketbol maçında devlet büyüklerimizi protesto edenlerin kameradan belirlenmesi için çalışma yapılıyordu. Çalışmanın başarısızlıkla sonuçlandığını umut ederim.
Sorunun iki yönü var. Birincisi ifade
N.Ç. 12 yaşında okula giden güzel bir kız çocuğu. 2003 yılında Mardin’de bir eve kapatılıyor ve aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 28 kişinin sürekli tecavüzüne uğruyor. Ancak 7 yıl sonra, Mardin 1 Ağır Ceza Mahkemesi 28 sanık hakkında kararını açıklıyor. 8 ay ila 5 yıl arasında hapis cezası veriyor. Mahkeme, birçok sanığın cezasını, N.Ç.’nin rızası bulunması nedeniyle indiriyor. N.Ç.’nin avukatı Reyhan Baydemir davayı temyiz edeceklerini belirtiyor.
N.Ç. simdi 20 yaşlarında bir genç kız. Parlak bir öğrenci. Bu olayın üzerinde bıraktığı izlerle nasıl boğuşuyor? Sanıkların tahliyesi üzerine Adalet Bakanı’na “benim yerimde kızınız olsaydı ne yapardınız?” diye mektup yazdığına göre, hâlâ olayın travması ile yaşıyor. Mahkeme kararına nasıl tepki veriyor, özellikle “rızası olduğu”nun belirtilmesine kim bilir nasıl isyan ediyor?
Tecavüz suçunda rıza önemli bir öğe. Suçun oluşması için kadının rızası dışında ilişkiye zorlanması gerekir. Türk Ceza Yasa’sına göre, 15 yaşını doldurmamış küçükler için rıza aranmaz. 15 yaşından küçüklerle cinsel ilişki suç oluşturur.
TCK’nın bu maddesi, B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi ile uyum içinde değil. Sözleşme’ye göre, 18 yaşından küçük herkes
Sn. Cumhurbaşkanı’nın yasama yılının açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada değindiği konulardan biri de uzun süren tutukluluklar. Sn Cumhurbaskanı haklı olarak “tutukluluğun fiili bir mahkumiyete dönüştürülmemesi gerekir” diyor. Sorunun sadece yasal düzenleme sorunu olmadığı,çözümün aynı zamanda yargıda yattığı teşhisi de doğru.
Ağır bir insan hakları ihlali olan tutuklama sorununun neden bir türlü çözülemediğini anlamak güç. İktidar da ,muhalefet de,yargı da şikayetçi. AİHM’den çıkan çok sayıda ihlal kararı ortada. Anayasa’nın 90 maddesini de,AİHM kararları ile yasalar arasında bir çelişki varsa AİHM kararları esas alınır şeklinde değiştirdik. Ama gene de değişen birşey yok.
Sn. Cumhurbaşkanı’nın konuşması bu konuda bir değişikliği başlatabilir mi?
Makul olmayan nedenler
Böyle bir değişikliğe katkısı olması umudu ile AİHM’in bu konuda aldığı son kararlardan birine değinmek istiyorum. Cahit Demirel/Türkiye kararının tarihi 7 Temmuz 2009.Demirel 1996 yılında terör örgütüne üyelik suçundan tutuklanıyor. Dava zaman aşımından düşene dek tutuklu olarak yargılanıyor. Tahliye taleplerinin tümü DGM tarafından “suçun niteliği, delillerin durumu, dava dosyasının muhtevası”
Eğitimden söz ederken, aslında nasıl bir toplum yaratmak istediğimizi konuşuyoruz. Ana dilde eğitim tartışmasının altında yatan da toplumun geleceğine ilişkin düşlerimiz. Türkiye gibi kültürel çeşitlilik taşıyan bir ülkede, çeşitliliklerin ortadan kaldırıldığı, tek kültürlü, tek dilli, homojen, otoriter bir toplum mu istiyoruz, yoksa farklılıkların tanındığı, korunduğu, çoğulcu, demokratik bir toplum mu?
Konuya çocuğun çıkarları açısından bakabilmeliyiz. Ana dilde eğitim sorunu çocuğun eğitimi ile yakından ilgili. Çocuğun eğitim sistemi içinde marjinalize olması, sonradan toplum içinde de marjinalize olmasına yol açıyor.
UNESCO’nun “Herkes İçin Eğitim” programı çerçevesinde yayınladığı 2010 raporunda, çocuğun eğitim sistemi içinde marjinalize olmasına yol açan nedenlerin basında anadilinde eğitim görmemesi geliyor. Bu, yoksulluk ve toplumsal cinsiyette ayırım ile birleşince, eğitimde geri kalma riski büyüyor.
Raporun Türkiye ile ilgili istatistikleri çarpıcı. Buna göre, en yoksul hanelerden gelen Kürtçe konuşan kız çocuklarının %43’ü 2 yıldan az eğitim görüyor. Oysa Türkiye’de ortalama eğitim süresi 6 yıl.
Türkiye’nin en zengin %20’nin çocuklarının ortalama eğitim süresi 9.6
Geçtiğimiz pazartesi gecesi Strasbourg’da önemli bir kültür merkezi olan Odyssee’nin yöneticisi Faruk Günaltay, neonazilerin saldırısına uğradı. Arabası ve evi yakıldı. Kapısının üstüne gamalı hac kazıldı. Faruk Günaltay, Fransa’da eğitim görmüş, topluma entegre olmuş, Türk kimliğini korumuş bir aydın. Kendisine geçmiş olsun deriz.
Bir gün sonra Tophane’de sanat galerilerinin açılış törenine katılanlar bıçaklı, sopalı saldırıya uğradı. Yaralananlar oldu.
İki ayrı ülkede meydana gelen bu iki olay farklı nedenlerden doğmasına karşın kökenleri aynı. Her iki olay da kendilerinden farklı olan kişilere karşı duyulan nefret ve öfkenin şiddete dönüşmesinden kaynaklanıyor. “Ötekiler” olarak görülen kişilerin “bizim” yaşam tarzımıza, kültürümüze bir tehdit oluşturduğu düşünülüyor. Bu tehdite karşı korunmak için “ötekilerin”, “bizim” yaşadığımız ülkeden ya da mahalleden çıkarılmaları gerekiyor. Bu amaçla şiddet kullanılması meşru görülüyor. “Ötekiler”den kurtulmakla “bizim” saflığımız da korunmuş oluyor.
Şiddeti haklı göstermek için genelde saldırıya uğrayan sorumlu gösteriliyor. Mahallede gürültü yapıyorlar, sokakta içki içiyorlar. Ya da başka bir kültürden gelen bir Müslüman Türk nasıl
Aylardır Türkiye’yi gereksiz bir gerginlik ortamına sokan anayasa referandumu sona erdi. Halkın iradesi ortaya çıktı. Buna saygı göstermek gerekir. Referandum sırasındaki tartışmalar, “hayır” diyen %42’nin kaygılarını da açık bir biçimde ortaya koydu. Bu kaygılar, yargının yürütmenin denetimi altına gireceği, siyasal iktidarın denetimsiz bir güç tekeline sahip olacağı, bunun da demokrasi, temel hak ve özgürlükler açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı şeklinde özetlenebilir. Bunun yanında işçi ve memurların da ciddi kaygıları var.
Bu kaygıların ne ölçüde haklı olduğunu ya da iktidarın bu kaygıları ne ölçüde dikkate alacağını çıkarılacak uyum yasaları ve uygulamalar gösterecek. Belki de bu kaygıların tümü yersiz. “Psikolojisi bozuk” vatandaşların boş vehimleri.
Örneğin, bir de bakmışsınız ki, Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’ne atayacağı dört üyeyi öylesine tarafsız, güvenilir, öylesine bilgili, deneyimli kişilerden seçmiş ki, itiraz etmek olanağı yok. Anayasa Mahkemesi üyeliğine atamak için önce denizcilik müsteşar yardımcısı yapılan, 31 gün sonra da Cumhurbaşkanı tarafından yedek üyeliğe atanan üyeye bakıp “gördüklerimiz göreceklerimizin habercisidir” diye düşünenler,