Nereye baksam "Okula Dönüş" heyecanı görüyorum, moda trendleri dahil. Hatta alışveriş yaparken gördüğüm bir ekoseli etek yüzüme kocaman bir gülümseme kattı. Bu deneyim de bana okula dönüşün sadece ebeveynleri ilgilendiren bir dönem olmadığını, yolu okuldan geçen herkesi ilgilendiren bir kavram olduğunu hatırlattı. Hepimizin inanılmaz duygu yoğunluklarıyla sahip olduğu bir şeydi bu. Zaman zaman okul arkadaşlarımızla bir araya gelip gülüp eğlendiğimiz, bazen olumsuz belki de travmatik yaşantıları hatırlayıp üzüldüğümüz ve artık ebeveynsek belki de çokça soru işaretiyle dolu bir duygu ve davranış yönetme becerisi diyebiliriz.
Aslında pek çoğumuzda mutluluk, sevinç, huzur gibi olumlu duyguları sahiplenip tam tersi olumsuz duyguları yok sayma ya da bastırma eğilimi vardır. Aslında olumlu ve olumsuz duygularımızın tamamı yaşantımızı sürdürebilmemiz için çok önemlidir. Duygular bizi harekete geçirir; önemli olan duyguların bize verdikleri mesajı doğru anlamak ve duyguların bizi değil, bizim duyguları
Hangi sebeple bunu tercih ettiğimi henüz keşfedemediğim, sevgili günlük tadında zihnimden geçenleri hayatımda olanları paylaşacağım bir yazı olacak bu. Belki yirmili yaşlarıma veda edişimle, yüksek lisanstan mezun olup uzman oluşumla, belki ülkemiz için hala sürmekte olan pandemiyle belki de nisan ayında hayatıma gelen patili dostum sayesinde bilmiyorum. Ancak ilk defa bu denli açığım hayatıma; öğreniyor, fark ediyor, deneyimliyor ve besleniyorum. Belki de ilk defa duygularımı cesaretle yaşıyor, karşılıyorum. Belki de ilk defa olumsuz duygularıma da bir o kadar sahip çıkabiliyorum.
Hayat tezatlar üzerine kurulmuş... siyahı beyazı var yani hayatın. İyiliğe karşı kötülük, açlığa karşı tokluk, sevgiye karşı nefret, doluya karşılık boş, ödüle karşı ceza, cesarete karşı korku, sevince karşı üzüntü, tama karşı eksik derken altıyla üstüyle hangisine evet ya da hayır diyorsun? Kişisel olarak ben artık kimliğimi oluşturan özelliklerimin, beni ben yapan cv tadındaki başarılarımın bazen güçsüz olma hakkımı elimden almasına izin vermiyorum. Her zaman yaz değilim, kışa da varım baharlara da...
İhtiyar bir Kızılderili torunu ile kamp ateşi kenarında oturuyormuş. Hava kararmış ve
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2019 yılında Türkiye’de canlı doğan bebek sayısı 1 milyon 183 bin 652 ve canlı doğan bebeklerin %51,3’ünün cinsiyeti erkek, %48,7’sinin cinsiyeti kız oldu.
Bir bebek dünyaya gelince diyerek başlayıp ardı ardına güzel sözcükler eklemek isterdim cümlelerime; istenen bebek olmak, emek verilen olmak, sevmek, umut etmek, paylaşmak, hissetmek, birlikte büyümek, çoğalmak ama bugün yapamadım. Çünkü yine bir kadının çocuğunun önünde şiddet gördüğü bir video ile merhaba dedik yeni güne,. Sonra yıllar içinde mesleğim gereği öykülerine şahitlik ettiğim mutsuz, yalnız, sevgisiz çocukları, ebeveynleri ve insanları hatırladım.
Biliyor musunuz bir bebek daha anne karnındayken öğrenebilir, dışarıdan gelen müzik sesine göre kalp ritmi değişebilir, kelimeleri ayırt edebilir. Doğumdan sonra çok kısa süre içinde sizinle iletişime geçebilir. Çok bilgedir yeni doğan ancak sadece gerçek potansiyelini görebilir ve olumlu duygularla
İnsan beyni ve zihni üzerine yapılan her yeni çalışma soru işaretlerine yanıt olurken diğer yandan yeni soru işaretlerini doğuruyor ve gizemi her geçen gün artıyor.
Bugün duygularımızın kontrolünü elimize almamızı sağlayabilecek bir yapıdan bahsetmek istiyorum; limbik sistem, ceviz büyüklüğündeki hacmine göre insan duygu, düşünce ve davranışı üzerindeki etkisi inanılmaz derecede büyük. Henüz tam anlamıyla deşifre edilmemiş de olsa hipotalamus, talamus, amigdala ve hipokkampüsten oluşuyor. Bu demek ki limbik sistem, açlık, korku, öfke, öğrenme, seksüel merkez, endokrin sistem, otonom sinir sistemi, kalbinizin atışı, sindirim, tehlike anında vücudunuzun vereceği tepkiler, tat alma, görme, işitme, uyku, biyolojik saat, dokunma, plan yapma, sorun çözme, rasyonel düşünme kapasitesi gibi şeylerden sorumlu bir yapı.
Peki limbik sistem sayesinde olumsuz duygularla başa çıkabilmek, daha sağlıklı ve mutlu olmak mümkün mü? Evet!
Biliyoruz ki olumsuz duygular ve deneyimler üzerinden geçen zamana rağmen
Çok sevdiğim kitaplardan birisi olan Adam Fawer’ın Olasılıksız romanında geçiyordu pandemide bir kere daha anlam kazanan “Zaman geçiyordu ve herkes de bunu biliyordu” cümlesi.
Pandemide bir kere daha anlam kazanmıştı çünkü zamanın nasıl durduğunu, aktığını, götürdüğünü, beslediğini bu kadar farklı duygularla uzun bir süre sonra ilk defa deneyimliyorduk. Herkesin deneyimi yine biricikti; kimine iyi geldi, kimini zorladı, kimi panikledi, kimi baş etmeyi öğrendi, kimi hastalandı, kimileri kaybetti... derken zamanla zaman kavramı diğer bileşenler kadar kendisini hissettirdi ve buradayım dedi. Karantina hali, sokağa çıkma yasaklı saatler ve günler derken insan zihninin oyunlarını deneyimliyoruz. Bazı günler çok üretken, bazen sadece dinlenerek, bazen nasıl geçtiğini anlamadan yine de geçiyor zaman.
Kendini izle ve kendine izin ver. Her zaman yüksekle motivasyonla devam edemeyebilirsin.
Kendini dinle ve kendine sor neye ihtiyacın var? Bazen sadece durmak isteyebilirsin.
Diğer yandan ev ortamına taşınan iş ve kariyer, evden çalışmanın
“Bir kuşun sesini gerçek anlamda dinlememize, bir sonbahar yaprağının görkemini derinden görmemize, başka birinin yüreğine dokunmamıza ve onun bize dokunmasına izin veren şey sadece bir dikkat verme olayıdır.” Christina Feldman & Jack Kornfield
Mevsimler arası geçişin kendisini serinliği ve renkleriyle iyice hissettirdiği bir dönemdeyiz. Cıvıl cıvıl deneyimlediğimiz aynı sokak şimdi daha farklı görünüyor. Gökyüzünün renginden, ağaçların yapraklarına bütün bu değişimleri sadece dikkatimizi yönlendirebildiğimizde fark ederiz. Peki sen bu farklılığı bir yağmur damlasının yüzünde bıraktığı hisle, rüzgarın bedenine temasıyla mı hissettin yoksa hala kendine, çevrene ve evrene uzak mısın?
Modern hayatın temposunun her geçen gün arttırdığını fark ediyoruz. Kabul edelim hız kültürü içinde yaşıyoruz; trafikte, ilişkilerde, kariyerimizde, yemek siparişi verdiğimizde... ancak bütün bu sabırsız tutumların yol açtığı bir yıpranma duygusu var. Bütün bu hıza ve pratikliğe rağmen, zamanın akışkanlığını
Bir süre önce hayatın farkındalık seviyesi çevresinde şekillendiğini keşfettim. Fark ettiğim kadar var olabiliyorum; çünkü farkındalık sayesinde bakmak yerine görebiliyor, gerçekten derinlerde hissedebiliyor ve empati kurabiliyor, sadece kendimle olan ilişkimde değil çevremle olan ilişkimde de daha rahat ilerleyebiliyorum. Peki tam tersi şekilde giderek artan kendine yabancılaşmayla; daha az kabul, empati yoksunluğu ve esneklik gösterememeyle insan her geçen gün daha da narsist mi oluyor?
Pozitif psikolojinin babası olarak bilinen Martin Seligman’ın 48 ülkede 10 bin kişi ile yapmış olduğu kapsamlı bir araştırmada mutlu insanların alışkanlıkları inceleniyor. Sırasıyla; etraflarında mutlu insanlar olduğu, esnek oldukları, mutlu olmak için eyleme geçtikleri, yardımsever oldukları, olayların iyi yönlerine odaklanabildikleri, yeri geldiğinde uzaklaşabildikleri, manevi bir tarafları oldukları keşfediliyor.
Diğer yandan terapiye başvurulan ilişki problemlerin altında çok büyük bir oranla narsist bir partnerle beraber olmak, duygusal manipülasyon ve yol açtığı
“Tarih boyunca, mistikler ve filozoflar, hayatın derin sorularına yanıt bulmak için kendimize bakmamız gerektiğini söylerler. Bu kulağa ilgi çekici geliyor, fakat kendimize nasıl bakarız. Sokrates incelenmemiş hayatın yaşamaya değer olmadığını düşünür. Hayatınızı nasıl incelersiniz? Gözlerinizi kapatır meditasyon mu yaparsınız? Bir analistin kanepesine uzanır ve serbest çağrışımlar mı yaparsınız? Bizim önemli ve heyecanlı olan neyi keşfetmemiz gerek? Bu bir tür aydınlanma mı? Araştırdığımız yanıtlar gerçekten hayatlarımızı iyileştirecek mi?” diyor Dr.David Burns “Birlikte İyi Hissetmek” isimli kitabında ve ekliyor “Fakat sizi uyarmalıyım; aydınlanma sancılı olabilir.”
Cevap iletişim. Kendinle ve çevrende kurduğun iletişim ağında bir yerlerde bulabilirsin kendini.
İlk adım çevreyle kurulan iletişim olsun; ailenle, partnerinle, arkadaşlarınla, birlikte çalıştığın insanlarla, yeni tanıştığın insanlarla, belki de hiç tanışmayacağın ancak asansörde karşılaştığın insanlarla olan iletişimine bakalım. İletişim bir ortamda sadece belirdiğimiz an başlayabiliyor.