Freudiyen bakış açısından tanıdığımız Alfred Adler’in kuramına göre kişiliğimizi belirleyen unsurlardan biri de doğum esnasındaki sıramızdır. Başka bir deyişle aileye kaçıncı üye olarak geldiğimiz konusu kişiliğimizin oluşmasında önemli bir rolü bulunur.
Adler kişiliğimizi oluşturan bilinç dışı dürtülerden ziyade sosyal çevreyi ön plana alması ile Freud’dan ayrılır ve pek çok kriterin kişiliği etkilediğine yönelik açıklamalar yapmıştır. Doğum sırası da bunlardan biridir.
Gelin bunlara bir bakalım:
Doğum Sırası
Büyük çocuk dünyaya geldiğinde evin tek odağı olmasının yanı sıra sevgiyi de tekelinde bulundurur ancak ikinci çocuk geldiğinde bu sevgiyi kaybedeceği korkusu da vardır. Bu durum ilerideki yaşamında güven konusuna ve kaybetme korkusuna yol açabilir. İlk çocukların önde olma eğilimi de bulunabilir.
İkinci çocuk ise kendinden büyük kardeşine ve ailesine kendini ispatlamak adına daha hırslı ve kıskanç olabilmektedir. Adeta yarış halinde olabilir. Bununla birlikte kendinde yetersizlik duygusu oluşabilir. İkinci çocuk genellikle ilk çocuğun zıttı karakter özelliklere sahip olabilmektedir.
Ortanca çocuk ise kendini konumlandırma noktasında sıkıntıya düşebilir. En büyük değil en küçük
Yaşam içinde her gün pek çok karar veriyoruz. Bu kararların bazılarını otomatik tepkilerimizle hiç düşünmeden seçim yaparak ilerliyoruz, bazı kararlar ise bizi oldukça zorluyor. Bir dondurma için seçim yaparken pek zorlanmayız. Ancak yaşamımızda önemli değişiklik yaparken zorlanırız. Aslında iki kararda da mekanizma aynı olmasına rağmen –seçim yapmak- diğerinde zorlanmamızın sebebi seçimimizin getireceği belirsizliklere hazır olup olmadığımızdır. Kararsızlık yaşayanlar gününü düşüncelerle geçirir olasılıkları tartar biçer ama bunları mantıklı bir zemine oturtamadığı için karar veremeden kıvranır durur. Kimi zaman kararı dışarıya bırakır. Kimi zaman akışa…
Şimdi sana karar anlarında detaylıca irdeleyerek hatta yazarak uygulayacağın bir teknikten bahsedeceğim. Karar verme konusunda belirsizlik yaşadığın durumlarda aşağıdaki soruları cevaplamak belirsizliğin perdesini aralamana yardımcı olacaktır.
Karar vermeyi kolaylaştıran yöntem
Şimdi, gerçekten elde etmek istediğin şey nedir? (Bu soruyu cevaplarken yaşadığın durumla ilgili vereceğin kararda asıl olarak neye sahip olmak istediğini bulmak üzerine düşünebilirsin. Bu bir duygu bile olabilir. Özgürlük, güç, başarı, rahatlık…)
Karar
Benzer sorunları yaşayıp bunları nasıl çözeceğinize dair bir fikriniz yoksa size dört adımlı bir yöntemle nasıl çözeceğinizi aktaracağım.
1. adım:
Sorunu belirlemek:
Sorunu belirlemek basit bir adım gibi görünebilir bununla birlikte en önemli adımdır da. Çünkü sorunu belirleme ve dürüst bir şekilde ifade edebilme aslında sorunun kaynağına ulaşmanıza ve bu kaynağa ilişkin duygularınızın farkında olmanızda belirleyici rol oynar.
Örneğin eşinizle anlaşamıyorsunuz, kilo veremiyorsunuz, işyerinde patronunuzla ya da meslektaşınızla problem yaşıyorsunuz. Bu sorunların altındaki kaynak düşündüğünüzden farklı olabilir. Kilo veremiyorsunuz çünkü yemek yediğinizde kendinizi mutlu hissediyorsunuz ve mutsuz hissettiğiniz anlarda bilinçdışı duygusal açlıkla daha çok yiyorsunuz. Eşinizle anlaşamıyorsunuz çünkü duygularınız hakkında ona karşı dürüst değilsiniz, kendinizi tam olarak ifade etmekten kaçınıyorsunuz, kaybetmekten korkuyor ve hayır diyemiyorsunuz. Bu da zamanla size yük oluşturmaya başlıyor. İşyerinde arkadaşınızla problem yaşıyor ve onu suçluyorsunuz. Belki de kendinizi ortaya koyma konusunda çekingen davranıyorsunuzdur.
2. adım:
Hisleri fark etmek:
Sorunun tam olarak ne olduğunu belirlemek d
Psikolojik iyi oluş, günlük hazlar ile günlük sancılar arasında yaşamımızı sürdürürken varoluşumuza anlam katma becerisine sahip olmaktır. Psikolojik iyi oluş her zaman mutlu olma, pozitif düşünme ve iyi hissetme gibi kavramlardan farklılık gösterir. Mutlu olmaya çalışmaktan öte bireyin, kişisel performansını gerçekleştirme gayreti içinde olmasıdır.
"Daha açık bir anlatımla psikolojik iyi oluş, bireyin kendini olumlu olarak algılamasını ve kendisini gerçekçi olarak tanıyarak güçlü yanları ve sınırlıklarının farkında olması ve bununla birlikte kendinden memnun olmasını, özerk ve bağımsız hareket edebilmesini ve yaşamını anlamlı bulmasını kapsamaktadır" (Sarı, Çakır,2016).
Bu konuda araştırma yapan Carl Ryff, psikolojik iyi olma halini altı boyutta ifade etmiştir. Bunlar; kendini kabul, diğerleriyle olumlu ilişkiler, otonomi, çevresel hâkimiyet, bireysel gelişim ve yaşam amacıdır (Sarı, Çakır,2016).
Kendini kabul: Kendini kabul etmek, eksik ya da geliştirilmesi gereken yanlarının farkında olarak kendine onay vermek anlamını taşır. Özsaygı ve özgüveni içerir. Kendini kabul eden birey yaşama sevincini de içinde taşır.
Diğerleriyle olumlu ilişkiler: İnsan sosyal bir varlık olduğu için
Stres hayatımızın en önemli parçası ve yüzyıllardan beri zamanın değişen yapısına göre stres algısı ve yaşamımızdaki karşılığı artmaya devam ediyor. Bunun nedenleri, belirtileri, sonuçları hakkında size bilgi vermek yerine yazının sonunda kavram olarak bu yapıyı tanımanızı sağlamayı hedefliyorum. Kavramsal olarak stres; algılanan çevresel tehditlere bireyin fiziksel ve ruhsal bir tepki verme eylemi olarak ifade edilebilir (Hauser and Goodin 2005).
Bu tanımdaki “algılanan” kelimesine dikkat etmenizi isterim. Bireyin yaşadığı durumdan algıladığı tüm duygu durumları ona nasıl tepki vermesi gerektiğini de belirliyor.
İlk çağda insanların vahşi bir hayvanla karşılaştığı zaman yaşadığı korku savaş ya da kaç şeklinde tepki vermesine sebep oluyordu. Burada devreye giren, beynimizin limbik sisteminde bulunan amigdala, bir hayvan saldırısında ya da korku duyulan bir anda devreye giren otomatik çalışan sistemi temsil ediyor. Bugün günümüzde vahşi hayvanla karşılaşmıyoruz. Ancak amigdalamız hala devrede ve korku, stres, olumsuz yaşantılar anında kontrolü ele geçiriyor. Zaten o olmasa hayat tatsız duygusuz bir şey olurdu, bunu da hiç istemeyiz bununla birlikte kontrol edebiliriz. Hipokampus
İnsanoğlunun yaptığı en kolay şey sanıyorum biat etmek. Çünkü biat edince birey olarak kendini tüm sorumluluklardan azat etmiş oluyorsun. Bir otoriteye ya da toplulukla alınan bir karara uyum sağladığında bu kararın sorumluluğunu da almamış oluyorsun.
Kişinin bir gruba, topluma ya da otoriteye ayak uydurmasının altında sorumluluktan kaçış duygusu ve varoluşunu sorgulamamak yatıyor. Tribünlerdeki şiddet olaylarından ya da en basit örneği ile günlük hayatta hiç düşünemeden kabul ettiğimiz uygulamalara kadar pek çok şeyin altında kararlarımızın sorumluğundan kaçış yatıyor. ‘Herkes yapıyordu’ diyebilmek için, ‘çünkü inandığım şey için yaptım’ demek için yapılıyor. ‘Eylemimin sorumluluğu kendimi adadığım grup ya da inanca aittir’ demek için. Eğer bir karar var ve sonucu hatalı ise o sorumluluktan kaçmak için.
Sosyal deneyler gösteriyor ki insanlar otorite olarak gördüklerinin etkisiyle hareket ettiklerinde yanlış da olsa sorgulamadan bir kararı uygulayabiliyorlar. Ya da bir toplumun geneline uymak için anlamını sorgulamadığı eylemlerde bulunabiliyorlar. Şimdi bunlara iki örnek vermek istiyorum.
Yale Üniversitesi profesörü Stanley Milgram tarafından 1961 yılında yapılan sosyal psikoloji
Kararsızlığın altında yatan çeşitli duygular olabilir. Öncelikle onları fark etmek gerekir. Aynı zamanda seçeneklerin fazla olması da kararsızlığı doğurabilir. Yine birkaç şeyi aynı anda yapmayı istemek de öyle.
Ancak kararsızlık yaşayan birine ne yapmak istediğini sorduğunuzda ‘Ne istediğimi ben de bilmiyorum ki!’ cevabını almanız muhtemeldir.
‘Ne istediğimi bilmiyorum’ cevabının altında; vereceği kararın geleceğe dair bilinmezliği olması kadar, karar verdikten sonra eyleme geçmesi gereken adımlar konusunda gizli korkularının bulunması da olabilir.
Sizinki hangisi peki?
Kararsızlığın altında yatan çeşitli duygular neler?
Mükemmeliyetçilik: En iyi, en doğru kararı vermeye çalışma.
Korku:
Kıyaslama yapma davranışı nelere yol açıyor, kişide hangi duyguları uyandırıyor? Doğrudan ya da dolaylı olarak kişide uyandırdığı duygulara geçmeden asıl tanımına bakmakla başlayalım:
Türk Dil Kurumunda, kişi ve nesneleri benzer ve farklı yönleri ile karşılaştırmaya kıyaslama yani mukayese etme tanımı kullanılmış.
Bu tanımdan hareket edersek kıyaslama yapmanın, birey olarak var olma ve özgün olma konusunu sekteye uğratan bir eylem olduğunu anlayabiliriz.
Maslow Teorisindeki ilk ihtiyacımız fizyolojik ihtiyaçlarımız yani yaşamımızı devam ettirecek ihtiyaçlarımızdır. Ondan sonra güvenlik ihtiyacı vardır ki bulunduğumuz ailede, toplumda, ortamda güvende olmak isteriz. Bu teoriye göre üçüncü ihtiyaç alanımız ise ait olma ve sevgi ihtiyacımızdır.
Bu seviyedeki ihtiyaç ise, başkaları ile ilişki kurmak, kabul edilmek ve bir yere ait olmak ile ilgilidir ve bu ihtiyaçlar karşılandığında ait olduğumuzu hissederiz.
Türk Dil Kurumu tanımından kıyaslamanın, birey olma ve kabul görme davranışının bir arada olmadığını dolayısıyla ait olma ihtiyacını karşılamadığını anlıyoruz.
Çocuk; aile içinde başkaları ile davranışları, başarısı ya da dış görünüşü ile karşılaştırıldığında ait olma ihtiyacını