Önce kendimizi düşünmeyi, istemediğimiz şeylere hayır diyebilmeyi, sevmediğimiz durumları belirtmeyi bencillik görürüz. Kimseyi üzmemeyi, kendi isteklerimizi ertelemeyi ve ötekinin kendimizden üstün tutmayı vazife edinmezsek bencillik ve nankörlükle suçlarız kendimizi. Oysa bu bencilik kavramının bunlarla pek alakası yoktur.
Bencilliği, ‘’bencilikten’’ ayıran çizgi, kişinin bir diğerinin çukurunu kazmaması, kendi çıkarları uğruna karşısındakinin haklarını gasp etmemesi, kendi hariç herkesi yok saymamasıdır. Aynı şekilde bir başkası içinde bunları kendine yapmamasıdır. Bencil insanlar daha çok, ben tiryakisidir ve bu durumu bir bağımlılık boyutunda yaşarlar. Kişi madde, nesne ya da başkasına değil; kendi benine güçlü şekilde bağımlıdır. Bencilik ile ben tiryakiliğini ayıran bir sınır vardır. Kendi hakkını savunmak, kendini, değerlerini, inanışlarını, duygularını kendi penceresinden ifade etmek, kendini ortaya koyabilmek değildir, ben tiryakiliği; bencillik, ‘’Ben’’ anlamında tam aksine dozun aşılmasıdır. Her
Terapistle danışan arasında kurulan bağ, diğer kurduğumuz tüm bağlardan farklıdır. Çünkü terapi danışanın en saydam ve en şeffaf olduğu yerdir. Kendimizle ve diğerleriyle olan ilişkimizle yüzleştiğimiz, çözemediğimiz, fark edemediğimiz açıların manzarasını görebildiğimiz bu yer için bazı kurallar esastır. Bu yerin oluşması için kişiye uygun koşulları sağlamak önce onunla doğru ilişkiyi kurabilmekten geçer.
Terapistle kurulan ilişkide danışanın kendini açması, güvenmesi, kendisini ifade edebilmesi terapötik ilişkinin gücüyle eş değerdir. Ancak bu profesyonel ilişki sonrasında terapi süreci başlatabilir. İnsan anlaşılamadığını hissettiği, güven duygusunun oluşmadığı, sınırlarını bilemediği bir ilişki sistemi içinde nasıl iyileşmeye yönelik adımlar atabileceğini de bilemez. Terapistini konumlandıramadığı arkadaşından, eşinden, dostundan, ailesinden ayıramadığı bir sistem içinde çözüm arayamaz ve farkındalık kazanamaz. Terapistin utanç, kızgınlık, korku veya keder/yas gibi yoğun duygular ile çalışırken açık, şefkatli
Emdr yani Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme tekniği psikoterapide güçlü bir yöntemdir. Tamamen bilimsel olan bu yöntem, birçok psikolojik probleme ve rahatsızlığa karşı günümüzde etkin bir şekilde kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. EMDR ilk kez 1987’de Dr. Francine Shapiro’nun göz hareketlerinin rahatsız edici düşüncelerin şiddetini azaltabildiğini tesadüfen keşfetmesiyle bulunmuştur. Dr. Shapiro bu etkiyi travmaya maruz kalmış kişiler üzerinde bilimsel olarak kanıtlamış ve tedavide sağlanan başarıyı gösteren çalışmalarını yayınlamıştır (Journal of Traumatic Stress, 1989). O yıllardan bu günlere Emdr iyice gelişerek oldukça güçlü bir terapi yöntemi haline gelmiş ve sıklıkla kullanılmıştır.
EMDR’ye göre, psikolojik sorunların ardında geçmişten bugüne depolanmış anılar yatar. Bu depolama beyinde hazmedilmeyen anılar olarak kilitli kalır. Olumsuz ve işlenmemiş anılar şimdiki zamanda ki olaylar tarafından tetiklenmektedir. Bu yüzden geçmişten bugüne getirdiğimiz olumsuz
Sevgili anneler ve babalar çocuklarımızı özgür ve mutlu bir çocuk olarak yetiştirmek isterken, bu yolda verilen emeğin değeri çok kıymetli. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kalıntılarıyla hala bu emeği körükleyen yanlış tutum ve inanışlar; çocukların cinsiyeti üzerinden ayırt edilmesine ve cinsiyeti üzerinden avantajlı ya da avantajsızlık sağlanmasına dur demenin ve sessiz kalmamanın zamanı. Çocukları pembe ve maviyle ikiye bölmenin, bebeklerle ya da arabalarla oynatmanın yahut onların yapabilecekleri işlerin önüne geçmen cinsiyet ile açıklanması yoktur. Tam da bu doğrultuda farkında olduğumuz ya da süregelen alışkanlıkların olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya ve cinsiyet ayrımcılığı olmayan, her çocuğun eşit haklara sahip; duygularının farkında olarak onları özgürce ifade edebileceği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine maruz kalmadan yetişebileceği mümkün olan bir ütopya tasarlayarak bunu çocuklarımıza eğlenceli bir hikaye olarak sundum. ‘’Merolar’’ tam da bu ayrımcılık karşıtı eşik altı mesajlarıyla harmanlanmış, mutluluğa hem çocukları hem de anneleri ve babaları ulaştırmanın peşinde bir dünyanın var olduğunu sizlere anlatacak.
Macera dolu ‘’Merolar’’ artık
Yakın İlişki içindeyken en fazla sorgulanan konulardan birisi; doğru kişiyle mi birlikteyim ve kendim için doğru olan bir ilişkide miyim? Oluyor. İlişkilerin başlangıç evresi yani hoşlanmanın başladığı ve aşk ile yoğun duygulara karıştığı ilk evrelerde kişiler aşık oldukları için karşı tarafı ya da kendini sorgulamak yerine yükselen duygularının etkisine kapılmışlardır. Aşk dönemi kişiler için en tatmin edici ancak göze inen perdelerin en sık olduğu dönemdir. Çiftler birbirlerine aşık olduklarında adeta bir görme problemi yaşarlar. Bu problem aslında kişinin karşısındakini tamamen tanıyıp ona hayran kaldığı anlar değil; zihninde ki ideal ölçütlerine can buldurmaya çalıştığı bir dönemdir. Yani kişiler aşıkken karşısında ki kişiyi mükkemmelleştirme ve beklentilerine uydurma eğiliminde olurlar. Ne zaman ki aşk mutasyona uğramaya başladığında, yani yerini gerçek hayata ve gerçek kişiliklere bıraktığında o zaman karşısında ki kişiyi tanımaya ve sorgulamaya başlanır. Bu süreç başladığında idealler ile gerçekte ki kişi birbirine yakınsa ilişki süresi
Hatasız kul olmaz sözüne dayanarak bir çok hatayı ört pas edebilirken, bazen son şansların sonsuzluğunu yaşayabiliyoruz. Eğer mevcut bir ilişkimiz varsa flört ya da evlilik gibi ‘’ilişkime bir şans daha verdim’’ ya da ‘’bu son şansın’’ gibi anlaşmaları sıklıkla duyuyoruz. Birçok kez bağışlanan çeşitli hatalar, hem ilişkiye hem de kişinin kendine güvensizlik ve suçluluk duygularını getirirken; doğru ilişki kurabilmeyi uzaklaştırıyor.
Son şanslar bir de, mevcut bir ilişkiye başlamadan ve karşısındakini son kurtuluşu gibi gören kişilerde söz konusu olabiliyor. Bu benim son şansım, son kurabileceğim ilişki diye düşünerek insanlar nikah masasına oturabiliyor. Son şansı sanarak bir aile kurmaya çalışıyor. Bu oyunun içerisinde ise beklentilerden uzak mutlu görünmeye çalışan ancak mutsuz evlilikler yer alıyor.
Çiftlerin birlikteyken ya da bir birlikteliğe başlarken bilmeleri gereken ilk şey, kimsenin kimse için son şans olmadığıdır. Bir ilişkiye son şans vermek yerine ise ilişkiyi şansa bırakmamak daha doğru bir hamle
Belirsizlikle mücadelede insanın anlam arayışı bitmez, haftalardır tüm dünyayı etkileyen ve çaresizliği yanımıza aldığımız, insan hayatına tehditler savuran bir virüsün bizi nasıl uzaklaştığımız insanlığımıza yakınlaştırdığını görüyoruz. Artık çoğumuz vakit ayıramadığı ailesinin yanında, çoğumuz girmek istemediği evinden çıkmamakta ya da bu evin içerisine yaratıcılığıyla adeta evini yeni bir yaşam alanına çevirmekte... Yuvasının, sığınağının ve hayatta ki değerlerinin farkında. Çünkü söz konusu can ve candan öte sevdiklerimiz.
Corona virüs bir tokat gibi bize çarpıyor adeta yaşayamadığımız yaşama tam bir ders niteliğinde, her gün belirtilerini gelişmelerini takip ediyoruz hızla bulaşıyor diyoruz ve vaktinde yapılan aşırı ihmallerimizin aşırı tedbirlerini şuan almak zorunda kalıyoruz. Her olumsuzluğun mutlaka bir kazancı ve iyi yanları vardır öyle ki, coronanın bizlere kattıklarını göz ardı etmemek gerek. En başta ailemize ve kendimize vakit ayırmayı hep ertelediğimiz işleri yapmayı, hem fiziksel hem ruhsal temizlenmeyi sağladığı gerçek. Kendi
Toplumumuzda özellikle anne olma ve anne sıfatına kavuşma ile birlikte kendini unutan, eskisi gibi kendine bakım veremeyen ya da önceliği her durumda çocuğu olan birçok annelik anlayışı var. Bu kavrama bağlılık artıkça artık çocuğum için yaşıyorumdan, çocuğum olmasaydı boşanırdım ya da şunu şunu yapardıma/yapmazdıma kadar yaşam sınırlarını çerçeveleyebiliyor. Her şeyden önce anne olmakla beraber bakım verme zorunluluğunuz olan ve tamamen size muhtaç olan bir canı yetiştirmek yükümlülüğü, bazen çok yanlış yerlere uzanabiliyor. Öyle ki çocukların değeri tartışılmaz iken, bir annenin kendinden çocuğu için vazgeçmesi ise en büyük tehtidi oluşturabilir. Bu tehtit ilk olarak kişinin eskiden yaptıklarını yapamaması, kendine zaman ayıramaması, fiziksel görüntüsünün değişmesi, psikolojik halinin gerginleşmesi gibi hem içsel hem dışsal birçok açıdan doğrudan hayat kalitesini düşürmeye başlıyor.
Kendine bakım veremeyen kişi aşırı sorumluluğun altında ezilebilir ve yoğun bir baskı