Yeni dünya düzeninin iki niteliğinden biri kurum, kural ve ilkeleri zayıflatmak ise diğeri ortak alanları parçalamaktır. İkisi birbirine bağlıdır ve son kertede toplumu parçalayarak bireyi tek başına bırakmayı hedefler.
Her toplumun dönüşme noktaları vardır. Örneğin İngiltere’de, 1987’de “Demir Lady”nin “Toplum diye bir şey yoktur” demesi gibi.
Bizdeki tarih de denk düşer, 1988’de Özal’ın “(Atatürk’ün) Ölümünü takip eden yılların duygu dolu yasını bırakmak gerektiği”, “Atatürk’ü ağlayarak değil, anlayarak hatırlayalım” söylemiyle başlar.
Yas tutarak hatırlamak, bizi O’nu anlamaktan neden alıkoysundu ki? Düşünmedik. 10 Kasım’larda yas tutmaz olduk. Siyah okul önlüklerinden beyaz yakayı çıkarmamaya başladık. TRT yayın yavaşlatmayı bıraktı, eğlence programları arasına “Atatürk’ün sevdiği şarkılar” konup geçildi.
Eğlence mekanları eller havaya modunda arada “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa” diye bağırıp göbek atmaya devam etti. Meyhanelere Atatürk köşesi yapıp, kadehleri ona doğru kaldırmak Atatürk’ü sevmek sanıldı.
Elbette 10 Kasım’da karalar bağlamak zorunda değiliz. Ve fakat. 10 Kasım toplum olmanın, birlik olmanın, birlikte yas tutmanın, ortak acıların simgesiydi. Şimdi. Komşuda cenaze varken evde düğün yapar durumdayız. Biz başkasına, başkası da bize yabancı.
Ülkenin ve milletin varlığına zarar vermek isteyenler, önce ortaklıkları, ortak keder ve sevinçleri ortadan kaldırırlar. Gerisi gelir. Bakın yakın çevremizde yaşananlara. Önce kendi içlerinde parçalandılar, sonra savaşlar, yoksulluk, katliamlar. “Millet”, “ulus” bilinci oluşmamış ülkelerin sonu.
Bırakın bir ülkeyi yoktan var etmeyi, sadece yakın çevremizle aramızdaki bu devasa fark bile her 10 Kasım’da O’nun yokluğuna yas tutmayı gerektirmez mi?
O’nun birlik beraberlikle büyüyen bir millet olmamız çabası, bekamızın en güçlü taşıyıcısıdır. Dış tehditlerin hedefinin de bütünlüğümüzü bozmak olması boşuna mı sanıyorsunuz?
Bu ülkede çocuklar, anne babasının adından önce O’nun adını öğrendiği sürece Mustafa Kemal Atatürk sonsuzluktur.
Konu hayati
Çok başarılı bir doktor. Sayısız hastası var. Çok genç. En verimli döneminde. Sohbette, “haftaya üniversiteden ayrılacağını” söyleyince üzüntümü anlatamam. “Yeteneğini paraya çevirmek istemekte haklı olduğunu ama halkın da ona ihtiyacı olduğunu” söylüyorum.
“Para için değil” diyor, “En çok ameliyat yapmam gereken dönemdeyim ama öğleden sonra ameliyat yapamıyorum. Öğleden önce de arkadaşlarla sırayla ameliyata girebiliyoruz.” Ameliyat masası, personel, nitelikli malzeme eksik.
Bu nedenle devlet üniversitelerinden ayrılan doktor sayısı çok. Halbuki dünya yıkılsa bile devlet üniversitesi hastaneleri ayakta kalmak zorunda. Yoksa sağlık sistemi çöker. Acilen bu çöküşün durdurulması gerekiyor.
İletişim notları
Bir, Özgür Özel’in son açıklamalarına bakınca çevresinden birileri kendisine kumpas kuruyor gibi. Konuştukça zorda kalacağını bilip, sürekli konuşmaya teşvik edilmesi nasıl açıklanabilir? Önce yapıyor sonra “hataydı” diyor.
Lider ya eylemde bulunmaz ya da bulunmuşsa geri adım atmaz.
İki, Narin cinayetini medyamızın takip etmesi çok önemli. Peki ağaca asılı bulunan 8 yaşındaki Şeyma’nın, dosyasının kapatılıp Aile Bakanlığı’nın itirazıyla yeniden açılması önemsiz mi?
Üç, Trump’ın seçim kazanması da göstermiştir ki, artık seçmeni “göçmenler”, “eğitimsizler” gibi genellemelere sokamazsınız.
AKLIMDA KALAN
“Konser belediyeciliği”: Belediyelerin konser için para saçtığı haberleriyle canımız fena sıkılmış durumda. Oysa yerel yönetimlerin işi konser düzenlemek, şarkıcı finanse etmek değil. Bu anlayışa itirazım var. “Temiz siyasetçi” algısıyla yüzde 60 oy alan Mansur Yavaş’ın, milyonlarca lirayı konser ve organizasyonlara harcaması, yolsuzluk ihtimalinden önce onun algısına zarar verdi. Pek çok belediyede durum farksız. Kaynak arayan Maliye Bakanlığı buraya baksın.