Özay Şendir’in “Cumhuriyetin ilk ve tek savaşı” yazı dizisinde, “Kıbrıs sorunu” hakkında unutulmuş pek çok ayrıntıyı okuduk, ben de devam ettireyim.
Her yıl, Ercan Havalimanına her inişimde, “Burası dünyanın cenneti de merkezi de olabilir” diyerek iç geçiririm.
Her defasında Girne sokaklarında yürürken mırıldandığım şarkı aynıdır:
“Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim.”
O sözleri, T.C. Millî Savunma Bakanlığı’nın sosyal medya paylaşımında gördüğümde duygulanmam ondan.
Harekât öncesi, Kıbrıs Türkleriyle dalga geçmek için Rum radyolarında “Bekledim de gelmedin” çalınıyordu. Mehmetçik, paraşütlerle adaya inerken, Bayrak Radyosu’ndan cevap verildi: “Bir gece ansızın gelebilirim.”
Lefkoşa semalarında askerlerimizi gören Denktaş, arkadaşlarına “Yağmur gibi indiler, en mutlu günüm” demişti.
Yağmur gibi inişin, “Barış Harekâtı”nın 50. yılı.
Aksiyon filmleri ustası yönetmen Ridley Scott’ın iki Oskar’lı “Kara Şahin Düştü” filmini bilirsiniz.
O filmde şöyle bir sahne izleriz: Somali’de görev yapan ABD askerleri “Kara Şahin” (Black Hawk) adı verilen helikopterle uçuşları sırasında, aşağıda domuz sürüsü görürler.
Askerlerden birinin sırıtarak “Hey acıkan var mı?” sorusuyla, ateşte çevrilen domuz sahnesine geçilir.
Film, ABD’nin Somali’deki varlığını sorgulayan, gerçek olayların anlatıldığı “Modern Savaşın Hikayesi” kitabına dayanır.
Senaryo ve kitapla film arasında farklar vardır. Askerin “acıkan var mı” sorusundan sonra domuzlara nişan alıp vurdukları kısım senaryoda vardır, filmde yoktur.
Pentagon’un filmlerden sorumlu ofisi (bizde böyle bir ofis yok), “Amerikan askeri hayvan öldürüyor algısı” oluşuyor gerekçesiyle, o sahneyi çıkarır. Başka gerekçelerle, başka sahneleri de çıkartır. Karşılığında ise teçhizat ve asker desteği verir. Somali’de kullanılan gerçek Kara
Tekrarlamaya devam edeyim, 21.Yüzyıl, tarihin sıfır noktasıdır. Kendisinden önceki tüm bilgileri sıfırlıyor.
Bizim siyaset, kamu ve özel sektör yönetim kadrolarımız 20.Yüzyıla gömülmüş duruyorlar. Dünya ileriye doğru fırlarken, bizimkiler geriye doğru kaçıyorlar.
Geçen salı, favori Avusturya’yı yenmiş olmamız, sadece maç sonucuyla açıklanamaz.
Dünya artık sürpriz olanın normal, güçsüz sanılanın kazanabildiği bir yer.
Dahası. Golü atan futbolcu bir forvet değil. Yani gol atması değil, gol yememesi beklenen kişi. Savunma oyuncusu.
İki golümüzün ikisini de savunma oyuncusu geriden gelip kaleye yolluyor.
Şahane bir maç izlediğinizi düşünüyorsunuz ama izlediğiniz, yeni zamanların ezber bozucu niteliğinin bambaşka bir göstergesi.
Bu bir spor yazısı değil. En azından benim kafamda öyle. Ezberlerinizi gözden geçirin.
Biden ve Trump televizyonda karşılaştılar. Formatın İngilizcesi “debate”, Türkçesi “çekişme.”
Onlar için bu siyasal iletişim yöntemi o kadar önemli ki, “Başkanlık Tartışmaları” komisyonları bile var. Tartışmanın zamanını, kanalını, kuralını, sunucusunu, yöntemini belirliyor.
Önemi, sandığa gitme oranlarının çok düşük olmasından kaynaklanıyor. Katılımı yüzde 50’nin üzerinde tutmak için denemedikleri yol yok.
TV çekişmeleri de “at yarışı /horse race” hissi oluşturarak sandığa gitmeyi teşvik için var.
Sandığa ilgisizlik, sorun olmadığından değil, sorunu siyasetçilerin çözeceğine inanmadıklarından kaynaklanıyor.
Çekişme performansı, seçim sonuçlarını etkiliyor. Favori Nixon’ın kötü performansı, Kennedy’ye kazandırdı. Dukakis de Bush karşısında bu nedenle kaybetti.
(Bizdeki Kılıçdaroğlu- Gökçek çekişmesini hatırlayın.)
Ekranda çekişme sürerken, kamuoyu araştırması yapıyorlar. Biden’ın performansı, y&uum
Hayatım iletişim okumakla geçti, geçiyor. Bünyem, hayata dair ne varsa metin olarak görmeye, okumaya koşullu.
Son günlerde siyaset gündemini okurken, pis bir oyun dönüyor gibi hissediyorum.
Birkaç ipucu yakalamak için televizyonlardaki yorumcuları dinleyeyim diyorum, laf kalabalığına düşüyorum.
Kulis bilgisi kılıfında dedikodu çeviriyorlar.
Kültür emperyalizmi, kültür erozyonu doğuruyor.
Birileri AK Parti- MHP ittifakını bozmak için var güçleriyle ateşi yelpazeliyor. İttifak, AK Parti’nin önünü kesiyormuş vs., katılmıyorum.
Bir yandan Cumhur İttifakı’nın, diğer yandan CHP’nin içini karıştırıyorlar.
Erdoğan ve Bahçeli oyunu erken görüp bozdular ve fakat, CHP’de Özel’in etrafını akbabaların kuşatması sürüyor.
Bir yanımız bayram, babalar günü, birliktelik, bir yanımız tatile kaçış.
Bir yanımız liderler arası görüşmeler, bir yanımız ittifaklar çatırdıyor mu tartışmaları.
Bir yanımız sporda, bilimde başarı, bir yanımız ekonomik zorluklar.
Bir yanımız barış ve huzur içinde olan ülkemiz, bir yanımız yangın yeri dünya.
Bir yanımız evladını bağrına basan babaların gururu, bir yanımız evladının kanlar içindeki küçük bedeni kucağında, acıdan kıvranan Filistinli baba.
Bir yanımız bayram namazına giderken seccadesini kolunun altına sıkıştıranlar, bir yanımız bombalarla yıkılmış cami minaresini siper ederek namaza duran Gazzeliler.
Hani diyor ya Hasan Hüseyin “Yaprak döker bir yanımız / Bir yanımız bahar bahçe…” Öyle.
Arada duruşumuz, aradan bakmamızı gerektiriyor.
Lisans üstü derslerde sıkça tartıştığımız kavramlar var; belirsizlik, muğlaklık, müphemlik gibi.
Halbuki geçen yıllarda şeffaflık, hesap verilebilirlik, netlik gibi başka kavramları tartışıyorduk.
Eskiden derdimiz, gerçekte ne oluyorsa onu bilmekti. Kamuoyunu bilgilendirme, basın açıklamaları da bu anlayışa dayanırdı.
Şimdi zaman başka.
Özgür Özel, AK Parti Genel Merkezinde Erdoğan’la görüştü. Sonra Devlet Bahçeli ile görüştü, TBMM’de.
Birkaç gün önce de Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etti.
Üç görüşmenin ortak özelliği, hiçbirinde basın açıklaması yapılmamasıydı.
Görüşmelerin olacağını öğrendik, içeriği öğrenemedik.
Refah’ta, çadırlara doldurdukları insanları cayır cayır yaktılar. Dumanı, yanan insan eti kokusunu atmosfere karıştırdı.
‘’Kelebek etkisi’’ne göre, havadaki insan eti kokusu dünyanın geri kalanının da burun deliklerinden girdi.
Auschwitz’de Nazilerin Yahudileri yakmasını kimseler görmemişti. Kampın dibinde huzurla yaşayanlar bile bilmemişti.
Refah’ta olanlar ise dünyanın gözleri önünde. Vahşetin pornografisini izliyor herkes, gerçeğin içi boşalıyor. Yakılan insan haberinden eğlenceli haberlere geçerken, izleyici de yakılan insan görüntülerine üzülürken çekirdek çitleyebiliyor.
Auschwitz’de, Yahudi insanlar yakılmıştı, Refah’ta yakılanlar ise dünyanın bir kesimine göre insan değil, ayrık otları!
Korkunç değil mi?
Batı için kendi anlayışı dışında kalanlar, düzeni bozan, huzuru kaçıran, yok edilmesi gereken zararlı canlı türleridir.
Bahçeyi kaplayan ayrık otları gibi, ayıklanıp yok edilmeleri gerekir.