Kovid-19 salgın hastalığı nedeniyle izinde bulunan ve ilgili mevzuat uyarınca cezalarının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına beş yıl ve daha az süre kalan hükümlülerin, üstelik taleplerini dahi beklemeden, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmı denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilebilecek.
Yani, Kovid-19 nedeniyle cezaevlerinden salınıp izinli sayılan suçlular, 14.7.2023 tarih ve 7456 sayılı “Torba Kanun” ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna eklenen geçici 15’inci madde ile izinli sayılmaya devam edecekler.
Ancak karşılıksız çek keşide ettikleri için verilen adli para cezasını ödeyemeyenler izinli infaz kapsamı dışı bırakıldığından, onların ödeyemedikleri para cezası hapis cezasına çevrilmişse, dün 15 Ağustos cezaevlerine teslim olmaları geren son gündü.
Burada, hukuki, adli, adalet ve hakkaniyetle ilgili, eşitlikle ilgili, suç kavramıyla ilgili çok açık bir tuhaflık var: Suç işlemiş mahkumlar dışarı; suç işlememiş, sadece borçlu olan esnaf içeri!
“Azılı suçlu” görülüyor
Hapis cezalarını dışarda serbest çekecek olan mahkumların hangi suçları işlediklerini burada yazmak istemiyorum. Ama esnaf da milyonlarca diğer borcunu ödeyemeyenler gibi, sadece borçlu, suçlu değil. Borcunu ödeyememe, modern hukuk düzenlerinde suç olmaktan çıkalı yıllar oluyor. Biz ise diğer bütün borçluları aynı şekilde suçsuz kabul ederken çekini ödeyemeyeni her nedense “azılı suçlu” görüyoruz, o sebeple “her türlü azılı suçlu”yu serbest bırakırken, çekini ödeyemeyen esnafı “daha azılı suçlu” olarak görüp, cezaevine çağırıyoruz.
Sebep; devlet alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkiye karışmamalı. İyi ama sadece çekini ödemeyeni hapse atarak en sert ve acımasızca, Anayasa ve İnsan Hakları’na aykırı olacak şekilde, karışmış olmuyor mu? Hapis cezalarını serbestçe dışarda çekecek olan mahkumların işledikleri suçun mağdurlarının “rızalığı” alınmış mı ki, karşılıksız çekte alacaklının rızası alınsın!
Bana bazı okuyucularım, tüm birikimlerini, emekli ikramiyelerini dolandırıcı müteahhitlere kaptırdıklarını, mağdur olduklarını yazıyorlar. Fakat ısrarla vurgulamaktayım ki; dolandırıcılık amacıyla çek kullananlarla, ekonomik koşulların ya da başarısız işletme politiklarının kurbanı olan esnafı ayırt etme görevi devlete aittir. Devlet bu ayrımı yapmıyorsa, hepsini aynı kefeye koyarak adil bir sonuca varamaz.
Bir istisna dışında hiçbir borçluyu suçlu kabul etmeyen, sadece çek borçlusunu suçlu kabul eden bir düzenleme, çelişki ve eşitsizlik yaratıyor. Hem de insanları özgürlüğünden edecek derece ağır bir eşitsizlik.
Üstelik, çekin hangi sebeple ödenmediği dahi sorgulanmıyor. Alacaklılardan mal kaçırmamış, borçlarını ödememek için hileli işlemlerle malvarlığını yakınları üzerine geçirmemiş, ama ekonomik koşulların kurbanı olmuş kişileri suçlu saymak ne vicdanlara sığar, ne de Anayasa ve İnsan Hakları’na.
Esnafa umut olunmalı
“Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz” diyerek özel hukuk sözleşmesinden doğan borcun ödenememesi sebebiyle hapis cezası verilmesini yasaklayan Anayasa md 38/8 ile “Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirmemiş olmasından dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılamaz” diyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 4 No’lu Protokol md 1 kurallarına aykırı olduğu tartışmasız olan karşılıksız çeke hapis cezası kaldırılarak, çekini ödeyemeyen ve ileride ödeyememe riski bulunan esnaflara umut olmalı, hapis tehdidi olmadan işlerine güçlerine bakmalı.
Ailesini, çocuklarını yalnız bırakamayan bazı karşılıksız çek mahkumlarının 15 Ağustos’ta cezaevine teslim olmadıkları söyleniyor. Bunlar şimdi her an yakalanıp cezaevine konulma korkusuyla ‘kaçak’ yaşarlarken, birçok çeşitli adi suçlardan mahkum olanlar, serbestçe ve rahatça ellerini kollarını sallayarak, ‘kaçak’ çek mahkumlarını izleyecekler. “Adaletin bu mu dünya!”