Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İki hafta önce Anadolu’nun en eski hastanelerinden birini gezme ve dünyaca ünlü hekimlerini anma fırsatını buldum. İzmir’in 80 km kuzeyinde, Bergama ilçesinde sağlığa adanmış ilk yapıtlar, günümüzden 2 bin 400 yıl önce inşa edilmeye başlanmış. İsa’dan önce, Batı Anadolu’nun Eski Yunan egemenliğinde olduğu dönemde başlayıp, Roma İmparatorluğu döneminde zirveye ulaşan Asklepion adlı hastane, çağının en ünlü sağlık kurumuymuş. Birçok ülkeden şifa bulmak için gelenlere kucak açan Asklepion günümüz hastanelerine taş çıkartacak güzellikte bir eser.
Balıkesirli ünlü hatip Aelius Aristides nefes darlığı, ateş ve karın şişmesi şikâyetleriyle geldiği Asklepion’da tedavi görüp iyileşmiş. Hastalığının ne olduğu bilinmiyor. Şikâyetlere bakılacak olursa, kalbinin çevresindeki zarın iltihabına bağlı bir hastalığı olması muhtemel. Aristides’in 13 yıl kaldığı Asklepion’da tuttuğu günlüklerinden hastanede kullanılan tedavi yöntemlerini öğreniyoruz.


Hades’e yer yok


Sütundaki yılanlara ait bir efsaneye göre, Asklepion’da derdine çare bulamayan bir hasta, aynı tastan süt içen iki yılan görmüş. Sütü zehirleriyle karıştırıp geri çıkartıyorlarmış. Bu süt zehir karışımını içen ölümcül hasta iyileşmiş. Yılanın tıp sembolü olarak kullanılmasını açıklayan daha birçok başka efsane var. Hiçbirini kesin olarak doğrulamak veya reddetmek mümkün değil.


Dertlerine deva arayan hastalar hastanenin hemen dışında kurulan bir poliklinikte ön muayeneden geçirilirlermiş. Ölümcül hastalığı olup tedavisi mümkün olmayanlar dışında hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun herkes hastaneye kabul edilirmiş. Kutsal suyla yıkanıp özel bir beyaz giysi giyip hazırlanırlarmış. Büyük kapıdan içeri girer girmez başlarmış hastaların tedavileri... Kapının üstünde Hades’in, yani ölümün giremeyeceği yazılıymış. Böylece daha kapıdan girdikleri anda ölümden korunduklarını düşünen hastalar kendilerini daha iyi hissetmeye başlarmış.
Giriş kapısından sonra yaklaşık bir kilometrelik, yaya olarak kat edilen, iki yanında sütunların dizili olduğu yolda birçok dükkân varmış. Uzaklardan gelen hastaların ve ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan bu çarşıda tanrılara sunulacak hediye ve adaklar da satılırmış. Arkeolojik kazılarda birçok küçük el, ayak, kulak ve daha birçok heykel ortaya çıkarılmış. Bunların, temsil ettikleri organın iyileşmesi için sunulan hediyeler olduğu düşünülüyor.


Rüya ile tedavi


Latincede kapalı koridor anlamına gelen “cryptoporticus”, Roma İmparatorluğu zamanında sık kullanılan bir mimari yapı tarzı, Pergamon’dakinin tavanında içeri ışık, hava ve ses girmesi için delikler var. Bu tünel ulaşımın yanı sıra bir tedavi ve meditasyon alanı olarak da kullanılıyormuş.


Asklepion’da, suyunda radyoaktivite olan kaplıcalar, çamur banyoları ile tedavinin yanı sıra uyku tedavisi de uygulanırmış. Bergamalı hekimler, Freud’dan 1800 yıl önce, yaratıcı rüya yorumlarıyla psikoterapi seansları yapıyormuş. Hastanede özel uykuyla tedavi bölümleri varmış. Hastanenin girişinden başlayarak her köşedeki kalıntılar, eski çağlarda beyin vücut ilişkisinin bilindiği ve tedavide kullanıldığına ait kanıtlarla dolu. Birçok yapı birden fazla işlev görsün diye planlanmış.
Hastanenin merkezindeki, kutsal alan olarak adlandırılan yer ile tedavilerin yapıldığı dairevi yapıyı bağlayan bir yeraltı tüneli var. Yetmiş metre uzunluğundaki bu tünelin tavanında, düzenli aralıklarla güneş ışığının içeri girmesini sağlayan delikler bulunuyor. Işığın dışında, akan su seslerinin ve hekimlerin telkinlerinin de duyulabildiği bu tünel, sadece korunaklı bir geçit yolu değil, aynı zamanda bir tedavi alanıymış da. Burada hastalara hitap eden hekimler, uyku sırasında da telkinlerini sürdürürlermiş. Bu etkileşim sonucu ortaya çıkan rüyaların tedavi edici etkisi olduğuna inanırlarmış.


Şifalı su banyoları...
Tüneldeki tedavilerinden sonra bir daire çevresine inşa edilmiş tedavi alanına ulaşan hastalar, çamur kaplıcalarında ve şifalı su banyolarında yıkanırmış. Daha sonra özel olarak yapılmış taraçada, vücutlarını, özellikle hasta olan bölgelerini güneşin iyileştirici ışınlarına bırakırlarmış.
Asklepionda spordan masaja kadar birçok başka tedavi yöntemi de kullanılırmış. Sosyal ilişkilerin iyileştirici etkisi, eğlencenin rahatlatıcı yönleri de düşünülmüş. Üç bin kişilik bir amfitiyatroda sık sık temsiller, şehir halkının da katıldığı festivaller, kermesler düzenlenirmiş. Bu amfitiyatronun 3 katlı sahnesi çökmüş ama tribünler yerli yerinde duruyor.

Kleopatra’ya hediye: 200 bin kitap

Ölümün giremediği hastane: Asklepion

Hastane kompleksi içinde bir de kütüphane varmış. Bu kütüphane Pergamon kentindeki ünlü kütüphanenin bir uzantısı olsa gerek. Milattan önceki 3. yüzyıldan itibaren, kütüphanesi ve tıp fakültesiyle meşhur İskenderiye şehrinin benzerinin olmadığı düşünülürmüş. Pergamon, bilim ve sanata verdiği önem ve yaptığı yatırımla öne çıkıp İskenderiye’ye rakip olmuş. Pergamon uygarlığı geliştikçe üstüne yazı yazılan papirüsten yapılmış sayfalara ihtiyaç artmış. Rakibinin güçlenmesini istemeyen Mısır hükümdarı, papirus ihracatını yasaklamış. Bunun üzerine işe koyulan Pergamonlular, koyun ve keçi derilerini işleyip yazı yazılacak yeni bir yüzey yaratmış. Günümüzde parşomen denilen “charta pergemena” böyle ortaya çıkmış. Parşomenlere yazılmış 200 bin kitaplık bir uygarlık servetinin kaderi şehir Roma egemenliğine geçince değişmiş. Romalı kumandan Marcus Antonius’un aşkının bir sembolü olarak Pergamon kütüphanesindeki bütün eserleri sevgilisi Kleopatra’ya hediye ettiği söylenir. Bazı tarihçiler, İskenderiye’deki büyük yangında kül olan kitapların yerini Pergamon’dan getirilen eserlerin doldurduğunu düşünüyor.

Ünlü hekim Galen

Ölümün giremediği hastane: Asklepion


Rönesansa kadar neredeyse 1500 yıl boyunca tıp alanında adından en çok söz edilen hekimlerin başında gelen Galen, İsa’dan sonra 2. yüzyılda Pergamon’da doğmuş. Burada tıp, felsefe ve matematik eğitimi görmüş. Hali vakti yerinde olan babasının desteğiyle antik çağın önemli merkezlerine giderek bilgisini, görgüsünü artırmış. Pergamon’a geri dönünce gladyatörlerin doktorluğuna atanmış. Bu işi ona, ortopedi ve cerrahi hastalıklar alanında tecrübesini artırmasına, anatomi bilgisini zenginleştirmesine fırsat vermiş. Daha sonra 3 Roma imparatorunun doktorluğunu yapan Galen’in ilgi duyup üstünde yazı yazmadığı konu yok gibi. Cerrahiden psikiyatriye, anatomiden fizyolojiye, felsefeden etiğe, farmakolojiden botaniğe yazdıklarından günümüze kalan eserleri 20 ciltten fazla tutuyor.
Ege bölgesine yaptığım kısa gezi beni üstünde yaşadığımız topraklara bir kere daha hayran bıraktı. Asklepion’u gezerken farklı uygarlıkların mirasının ne muhteşem bir zenginlik olduğunu, aynı zamanda da ne büyük bir sorumluluk yüklediğini düşündüm.