Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hemen her gün mucizevi ilaçlara dair haberler çıkıyor. Hastaları, hekimleri dinleyince bir derde daha çare bulunduğuna inanmamak mümkün değil. Oysa tek başına gözleme dayanan sonuçlar ilacın etkinliğinin kanıtı olamaz. İlaç mutlaka bilimsel metotlarla sınanmalı. Aksi takdirde umutlar hüsrana dönüşebilir

Okuyucularımdan sık sık mucizevi bir çare olarak sunulan yeni bir ilaç veya tedavi yöntemiyle ilgili sorular geliyor. Medyada da hemen her gün benzer haberler çıkıyor. Hastaların yeni tedaviden ne kadar yarar gördüklerini anlatan sözlerini duyunca ya da uzmanların yeni tedaviyi uguladıkları hastalarının nasıl kısa sürede iyileştiğini açıklayan yazılarını okuyunca, çözümsüz gibi görünen bir derde daha çare bulunduğuna inanmamak mümkün değil.
Yeni ilaçtan yarar görenlerin heyecanı, hekimlerin olumlu sonuçları görüp memnun olmaları ve bunu diğer hastalarla paylaşmaları anlaşılabilir davranışlar ancak yeni tedavileri kamuoyuna duyururken, tek başına gözleme dayanan sonuçların ilacın etkinliğinin bir kanıtı olamayacağının da altı çizilmeli. Umut verici gibi görünen gözlemlerin bilimsel bir metotla sınanması gerektiği belirtilmeli. Gözlemlerimizin gerçeği her yönüyle yansıtmayabileceği unutulmamalı. Tıp tarihi bunun örnekleriyle dolu. Kalp krizi tedavisinde heyecan yaratan bir ilacın hikâyesi de bu örneklerden biri.

Öldürücü çarpıntı
70’li yıllar kalp hastalıkları tanı ve tedavisinde önemli hamlelerin yapıldığı yıllardı. Kalp krizi hastalarını daha iyi tedavi etmek için yoğun bakım üniteleri kurulmaya başlandı. Bu sayede kalp krizine bağlı ölümler bir ölçüde azalsa da hâlâ her 3 hastadan biri hayatını kaybediyordu. Ölümlerin çoğunun nedeni kalbin çok hızlı, düzensiz ve verimsiz attığı “ventriküler fibrilasyon” denilen öldürücü çarpıntılardı.
Doktorlar kalp krizi geçirirken yoğun bakım ünitesine yatırılan hastayı bir süre izledikten sonra öldürücü çarpıntı riskinin yüksek olup olmadığını anlıyorlardı. Her kalp atımının yeşil ışıklı bir çizgi olarak şekiller çizdiği ekrana baktıklarında birbiri ardına düzenli gelen atımlar gördüklerinde riskin düşük olduğunu düşünüyorlardı.
Ekranda normal kalp atımları arasında ‘ventriküler ekstrasistol’ denilen alt odacıklardan kaynaklanan erken vurular varsa öldürücü çarpıntı riskinin yüksek olduğunu biliyorlardı. Saatte 10’dan fazla erken vuru olduğunda ölüm riskinin 4 kat arttığını gösteren araştırmalar vardı. Ne yazık ki doktorların elinde erken vuruları önleyip ölümün önünü kesecek etkili ilaçlar yoktu.

Büyük umut verdi
80’li yıllarda erken vuruları önleyen kuvvetli ilaçlar bulundu. Bu ilaçların bazıları o kadar etkiliydi ki sık ‘ekstrasistolleri’ olan birinde kullanıldığında erken vurular hemen hemen tümüyle baskılanıyor ve ritim tamamıyla normale dönüyordu. Bunu gören birçok kardiyolog yeni çıkan ilaçlarla kalp krizinden ölümleri azaltabileceğini düşünüp bu ilaçları kullanmaya başladı. Birçok hekim bu yolla iyi sonuç alındığı izlenimine sahipti.
Lâkin bir ilacın hayat kurtarıcı olduğunun kesin olarak kabul edilip, yaygın şekilde kullanımının tavsiye edilebilmesi için bu tip gözlemler veya inançlar yetmezdi. Kontrol grubunun (ilaç verilmeyen grup) bulunduğu randomize bir çalışma yapmak gerekiyordu.
80’lerin ortalarında ABD, Kanada ve Avrupa’dan 27 merkezdeki hekimler bir araya gelip böyle bir araştırma planladı. Hekimler ABD hükümetine bağlı Ulusal Sağlık Enstitutusü’nden (NIH) mali destek de sağladı.

Haberin Devamı

‘MUCİZE’ İLAÇLARI sınanmadan içme

Haberin Devamı

Hasta grubu, kurayla (randomizasyon) ikiye ayırıldığında, 2 grup tüm özellikleri açısından birbirine çok yakındır. 1. grup (test grubu) yeni bir ilaçla, 2. grup (kontrol grubu) boş ilaçla (plasebo) tedavi edildikten sonra gruplar arasında fark bulunursa, farkın ilaca bağlı olduğu belirlenir.

Haberin Devamı

‘MUCİZE’ İLAÇLARI sınanmadan içme

1980’lerde yapılan gözlemlerle yeni çıkan ilaçların, kalpten çıkan erken vuruları (en üstte görülen) bastırdıkları için ölümleri o günkü standard tedaviye göre yaklaşık yüzde 30 azaltacağı düşünülüyordu.
Buna karşılık yapılan randomize çalışmada, plasebo verilen kontrol grubu hastalarıyla karşılaştırılınca, yeni ilaçların yarattığı çarpıntıyla (en yukardaki ) ölümleri yaklaşık 3 kat artırdığı görüldü.

Hayat kurtaracağına öldürüyor
Kriz nedeniyle kalbi zayıflamış hastalarda saatte 6 veya daha fazla erken vurusu olanları, CAST adını verdikleri araştırmaya aldılar. Hastaların yarısına (test grubuna) ‘Flecainide’ veya ‘Encainide’ adlı yeni ilaçlardan, diğer yarısına (kontrol grubuna) da benzer renk ve biçimde olan ama boş haplardan (plasebo) verildi. Kimin gerçek ilaç, kimin boş ilaç alacağına kura çekerek karar verildi. Randomizasyon denilen bu yöntem çok önemliydi. Tüm özellikleri birbirinin aynı olan iki hasta grubu oluşturmanın tek yolu, hastaları rastgele 2 gruba ayırmaktı, yani randomizasyon yapmaktı. Böylece 2 grup arasındaki tek fark olan gerçek ilaç almanın yararlı olup olmadığı anlaşılabilirdi. Hastalar da doktorlar da kimin gerçek ilaç, kimin plasebo aldığını bilmiyordu. Böylece tıbbi değişikliklerin değerlendirmesinde olması mümkün subjektiflik de ortadan kaldırılmış oluyordu.

İki yıl geçmeden durduruldu
Ama böyle büyük bir deneyde herkes kör olamazdı, birilerinin ne olup bittiğinden haberdar olması lazımdı. Bunun için araştırmayla ilgili olmayan kurumlardan konunun uzmanı, herkesin saygısını kazanmış bilim insanlarından bir güvenlik ve izleme kurulu oluşturuldu. Her ay toplanıp hastaların ne durumda olduğunu inceleyen bu uzmanlar hangi hastanın gerçek, hangi hastanın boş hap aldığını biliyordu. Ancak izleme ve güvenlik kurulu, iki yıl geçmeden araştırmanın derhal durdurulmasını ve şimdiye kadar katılmış olan tüm hastalara ve doktorlarına ilaçları derhal bırakmaları için haber gönderilmesine karar verdi.
Araştırmanın planlanandan çok erken sonlandırılmasının nedeni, test edilen yeni çarpıntı ilaçlarının ölümleri azaltmak bir yana, ölümlere yol açtığının anlaşılmasıydı. Flecainide ilacı hâlâ piyasa da ama kalp damar hastalığı veya kalp kası zayıflığı olan hastalarda kullanılmıyor. Bu ve buna benzer birçok örnek herhangi bir yeni bir tedaviyi yaygın olarak tavsiye etmeden kontrollü, randomize araştırmalarla sınamamız gerektiğini ortaya koyuyor. Ölüm kalım meselelerinde karar vermemiz gerekirken bize yol gösteren tıbbi kanıtlar ancak böylesine titiz çalışmalarla üretilebiliyor.