Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Asrın buluşu kalp krizini ortadan kaldıracak”, ”Kalp krizini önleyen mucize aşı yeni bir çağ açtı”, “Kalp krizi aşısı sayesinde insanlar 120 yıl yaşayacak”: Bunlar son iki haftada medyada yer alan başlıklardan birkaçı. Kalp hastalarında ve kalp hastalığı riski olanlarda büyük bir heyecan yaratan bu başlıklar gerçekten dünyanın 1 numaralı ölüm nedenine nihayet bir çözüm bulunduğunu mu müjdeliyor? Yoksa saman alevi gibi çabuk sönen sansasyonel bir haber mi?
Karmaşık sorunlar hemen hiçbir zaman bir hamlede ulaşılan çözümlerle sona erdirilemez. Hele damar sertliği gibi birçok faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkan, seyri insandan insana değişen kronik bir hastalığın, tılsımlı bir ilaçla kaybolacağını düşünmek en iyimser deyimle saflıktır. Bir benzetme yapacak olursak, İsrailliler ile Filistinlileri kardeş yapacak bir formül bulundu veya ekonomik krizin çaresi bulundu haberleri ne kadar gerçekçiyse, damar sertliği aşısının kalp krizini ortadan kaldırıp 120 yaşına kadar yaşamamızı sağlayacağı haberleri de o kadar gerçeği yansıtıyor.
Medya ve bazı uzmanlar bilimsel deneyin sonuçlarını aktarırken ölçüyü kaçırmış olsalar da haberlere kaynaklık eden bilimsel araştırma hafife alınacak cinsten değil. Karolinska Enstitüsü bilim insanları internet ortamında yayınlanan Journal of Experimental Medicine adlı bilim dergisinde yayınladıkları uzun makalede umut verici bir fare deneyini anlatıyor. İşin uzmanları için bile anlaşılması kolay olmayan bu karmaşık araştırmayı özüne ihanet etmeden basitleştirerek anlatmaya çalışacağım.

Kolesterolün bin bir yüzü
Halk arasında kötü kolesterol denilen LDL kolesterolün kandaki düzeyi yüksekse damar duvarının içini döşeyen örtünün arkasına sızıp duvarın içine yerleşir. Yakındaki bazı maddeler kolesterol molekülünü etkileyip kimyasını değiştirir. Böylece iyice azgın hale gelen, etrafına zarar vermeye başlayan kötü kolesterole okside olmuş LDL kolesterol denir.
Bunu gören vücut durumu kontrol etmek için sınırlı bir seferberlik ilan eder. Damar duvarına özel olarak eğitilmiş askerlere benzetebileceğimiz T hücreleri denilen hücreleri gönderir. Tıbbi adı enflamasyon olan yangıyı, seferberlik ve askeri harekâtın damarlarda yarattığı olağanüstü duruma benzetebiliriz. Yangı damarın içini örten örtünün daha fazla tahrip olmasına ve damar sertliğinin ilerlemesine yol açar. Birçok uzman yangı önlenebilirse damar sertliğinin kontrol altına alınabileceğini düşünüyor. İşte Karolinska Enstitüsü’nden yapılan araştırma bu noktada önemli.


Kalp krizi sadece aşıyla önlenemez


Farelerde damar sertliği
Kalp krizi sadece aşıyla önlenemez


Fare aortu sağdaki çizimdekine benzer. Sol üstte aşı yapılmamış bir farenin aortundaki damar sertliği kırmızıya boyanmış olarak görülüyor. Alttaki resimde ise aşılanmış farenin aortunda çok az hastalık var.



Özel olarak üretilmiş bir grup farenin yarısı LDL kolesterole karşı aşılandı, diğer yarısı aşılanmadı. Yapılan aşı LDL kolesterolün T hücreleri tarafından tanınmasını sağlayan yüzünü bloke ettiği için T hücreleri saldırıp buralara yapışamadı. Böylece yangı oluşumu önlendi. Aşı olup da yangının ortadan kalktığı farelerin ana atardamarındaki damar sertliğinin aşı olmayan farelere göre çok daha az olduğu görüldü.

İnsanlara uygulanabilir mi?
Karolinska Enstitüsü’ndeki araştırmacıların gözlemleri önemli olmasına önemli ama bunu insan hastalıkları tedavisi için değerlendirirken kantarın topuzunu kaçırmamak gerek. Genetik olarak özel olarak hazırlanmış farelerde yapay olarak yaratılmış damar sertliğine koruyucu etkisi olan aşıyı insanlarda kalp krizinin çaresi olarak ilan etmeden önce çok ama pek çok yapılacak iş var.
Önce İsveçli bilim insanlarının bulguları teyit edilecek, sonra aşı başka koşullarda denenecek, gerekirse diğer hayvan cinslerinde uygulanacak. Bunlar başarılı olursa aşının insanlara verilebilecek güvenilirlikte, ciddi yan etkileri olmayan ve kolay uygulanabilir çeşidi geliştirilecek. Bu başarıldıktan sonra sınırlı sayıda gönüllüde kullanılabilirliği (fizibilite) araştırılacak. Bundan sonra en önemli aşamaya gelinecek. Aşıdan yarar görebilecek olan binlerce gönüllü insan rastgele 2 gruba ayrılacak. Bir gruba aşı, diğer gruba içinde etkili madde olmayan sıvı enjekte edilecek (randomize çalışma). En az 3-5 yıl sürecek bir izleme süresinden sonra, aşı olan ve olmayan grupta kaç kişinin öldüğü ve kalp krizi geçirdiğine bakılacak. Aynı zamanda aşının beklenmeyen olumsuz etkileri olup olmadığı titizlikle incelenecek. Tüm bu deneyler başarıyla sonlandıktan sonra ‘bizi damar sertliğiden koruyacak bir aşı bulundu’ diyebiliriz.


Medyaya düşen görev
Aşılanan farelerde daha az damar sertliği olması bende de bir umut ve iyimserlik duygusu uyandırdı. Hemen sonra, bilim tarihinin büyük ümitler bağlanıp milyarlarca dolar, sonsuz enerji ve zaman harcandıktan sonra terk edilmek zorunda kalan projelerle dolu olduğunu hatırladım. İyimser beklentimin gerçekçi bir perspektife konup temkinli bir dille ifade edilmesi gerektiğini düşündüm. Bunun tersini yaparsam istemeden de olsa bir dizi olumsuz sonuca yol açabilirim.
Hastalar daha çok uzakta olan bir umudu çok yakında gerçekleşecek ve mutlak bir çare olarak algılayabilirler. Bu durumda, kanıtlanmış koruyucu önlemlerin en etkin biçimde uygulanabilmesi için gerekli olan irade ve konsantrasyonları azalabilir. Oysa sağlıklı beslenme, sigara içmeme, düzenli egzersiz, ideal kiloyu koruma, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol tedavisi gibi önlemlerle damar sertliğinin büyük ölçüde önlenebileceğini biliyoruz.
Neredeyse tılsımlı bir çare gibi sunulan çözümden uzun süre bir daha haber çıkmazsa insanların bilimsel araştırmaları bildirenlere hatta araştırmalara güvenleri sarsılabilir. Bir diğer nokta da, damar sertliği ve kanser gibi karmaşık hastalıkların bir darbeyle şifaya kavuşabileceği ve insan ömrünün on yıllarla uzayabileceği izlenimini vermek, insanları genellikle yavaş ilerleyen ilaç geliştirme sürecinin karşılayamayacağı beklentilere sürükler. Bu da böylesine beklentilere mucizevi cevaplar sunanlara fırsat yaratır.
Yeni buluş ve umut verici tedavileri bildirirken, medya, aktaracağı bilgiyi sansasyonel bir başlıkla değil de, gerçekçi bir çerçeveye koyarak verirse en başta kendi güvenilirliği ve saygınlığını korumuş olur. Bu konuda sorumluluk sağlık ve bilim yazarlarıyla bu alanda görüş bildiren uzmanlara ve bilim insanlarına düşüyor.