Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Doktor Bey, sana güveniyorum, hangi tedaviyi istersen onu uygula” demek doğru mu? 1980’lere kadar yaygın olan bu inanış yıkılalı çok oluyor. Doktorun hastalıkla ilgili bilgiyi hastaya vermesi, en iyi tedavi seçeneğini sunması ve hastanın da araştırma yapması en dengeli yaklaşım...


Tarih boyunca hekim-hasta ilişkisinde hekim belirleyici hatta hükmedici bir rolde olmuştur.
Hakkında hemen hiçbir şey bilmediği bir derdin yarattığı stres ve korkuyla gittiği hekimin karşısında hastanın kendini neden güçlü ve eşit hissetmediğini tahmin etmek hiç de zor değil. Ama yavaş yavaş da olsa bu durum değişiyor.
Hastalar ilişkilerinde daha kuvvetli olmak ve eşit muamele görmek istiyor. Bu dönüşümün gerçekleşmesi için hastanın durumuyla ilgili bilgilenmesi gerekli. Ancak gerekli bilgiyle donanmış hasta, tedavisiyle ilgili verilecek kararlara bilinçli olarak katkıda bulunabilir.
Bilinçli bir hasta yapılan tavsiyeleri uygulamakta ve verilen tedaviyi düzenli biçimde kullanmakta daha titiz olacağı için, doktorlar da hastalarıyla aralarında var olan geleneksel ilişkinin değişmesinden memnundur.
Sanıldığının aksine birçok hekim, hastasının “Doktor Bey, ben sana güveniyorum; sen nasıl uygun görürsen tedavimi öyle yap” demesi yerine, sorup araştırmasını ve seçenekleri anlamasını ister.

Hastalığı anlamada 2 aşama
Hastaların sorunları hakkında yeterli bilgiyle donanmalarında iki aşama var. Birincisi, temel bir sağlık bilgisine sahip olmak. Bunun için, okulda öğrendiklerimizi güncellemek ve dağarcığımıza yeni bilgiler katmak için kolay ulaşılır birçok kaynak var.
İkincisi, kişi hastalandığı zaman ortaya çıkar. Hastanın, hastalık ve tedavi seçenekleri hakkında daha ayrıntılı bilgi sahibi olması gerekir. Bu aşamada hastalığın ne olduğu, doğal seyri, tedavi seçenekleri, her birinin riski, tedavi uygulanmazsa ne olacağı hastaya anlayacağı bir dille anlatılmalı.
Çoğu zaman doktorun uzun açıklamalar yapmış olması hastanın anlatılanları doğru olarak anladığı anlamına gelmez. Hastanın verilen bilgileri anlayıp kafasında uyanan sorulara cevap aldığından emin olmak gerekir.
İmzalatılan bir belgeye dayanarak, kişinin tedavi seçenekleri ve riskleri hakkında yeterli bilgi sahibi olup öyle onay verdiği düşünülmemeli. Hastanın, kendisini en zayıf hissettiği, endişe ve tedirginlik içinde olduğu bir zamanda, dikkatini uzun süre yoğunlaştıramayacağı bilinmeli.
Zaten hemen hemen hiçbir şey bilmediği bir konuda verilen bilgiler uzun ve ayrıntılıysa, önemli noktalar ile gereksiz ayrıntılar birbirine karışmışsa, hastanın doğru bilgilendiğini beklemek haksızlık olur.


Doktor hastayı eğitmeli


1970’lere kadar hastalar hakkında tüm kararları doktorların vermesi gerektiği düşünülürdü. 1980’lerde hasta bağımsızlığı ve tıbbi kararlara hasta katılımı kavramları giderek güç kazanmaya başladı. Hatta bazı durumlarda hasta veya yakınlarının son tedavi kararını vermesi istenir oldu. Doğru yaklaşım iki ucun arasında. Hastalıkların yarattığı zor geçitleri aşmak için en iyi yol, hekimin uzman görüşüne, en iyi seçeneğe ilişkin tavsiyesine ve doğru bilgilendirilmiş hastanın isteklerine yer veren dengeli bir yaklaşımdan geçiyor.


Stent her zaman hayat kurtarmıyor
Yapılmış pek çok araştırma, hastaların çoğu zaman uygulanan tedaviden beklediklerinin, bilimsel gerçeklerden uzak olduğunu gösteriyor. Bu konuyu, sık uygulanan bir tedavi yöntemini, kalbi besleyen damarlara stent takmayı örnek vererek açıklayalım.
Kalbi besleyen damarlardaki darlıklar, kalp krizi veya kalp krizine yakın bir tabloya yol açabilir. Kişi göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi şikâyetler veya EKG’de görülen anormalliklerle hastaneye yatırılır.
Bu durumda koroner anjiyografi denilen yöntemle damarlarda darlık var mı, varsa nerede ve ne kadar ciddi diye bakılır. Bilimsel araştırmalar bu durumda koroner damarlardaki darlıkların stent yerleştirilerek açılmasının veya baypas ameliyatının yararını ortaya koyuyor. Bu tedaviler hastanın sıkıntılarını gidermekle kalmıyor, ölüm ve oluşabilecek yeni kalp krizlerini de önlüyor. Bu özelliklerin bulunmadığı durumlarda ise, kalp damarlarında darlıklar olsa da, yapılacak müdahaleler ölümü veya kalp krizini önlemez.
Örnek olarak, bir tarama sırasında kalp damarlarında darlık saptanan ama bir şikâyeti bulunmayan ve efor testi çok anormal olmayan bir kişiyi ele alalım.
Bu kişinin daralmış kalp damarlarına stent takmak veya baypas yapmak ne ölüm tehlikesini ne de kalp krizi riskini azaltır. Bu bilimsel gerçeklere rağmen, çoğu zaman hastaların tedaviden bekledikleri farklıdır.

DOKTORUN SÖYLEDİĞİ VE HASTANIN ANLADIĞI FARKLI
Doktor hastayı eğitmeli



Geçen ay “Annals of Internal Medicine” adlı saygın genel tıp dergisinde yayımlanan bir araştırma, hastaların tedaviden beklediklerinin çoğu zaman farklı olduğuna ışık tutar nitelikte...
Hastaları bilgilendirmenin etkin bir tarzda yapılıp yapılmadığının araştırıldığı bu çalışmada, koroner anjiyografi yapılacak ve gerekirse damarlarına stent takılacak 153 hasta ve bu hastaları tedavi eden 38 kardiyoloğa bir dizi soru soruldu.
Yarısına yakını üniversite mezunu olan hastaların hiçbiri kalp krizi veya ona yakın bir durum içinde değildi. Çoğunda yapılacak stent takma işleminin ölüm ve kalp krizi riskini azaltması beklenmezdi.
Hastaların hepsi, anjiyo olmadan önce doktorları tarafından bilgilendirildikten sonra işlem için onay verdiklerini doğruladı.
Hastaların 4’ü dışında hepsi neden anjiyo ve gerekirse stent işlemi yapılacağını bildiğini söyledi. Buraya kadar her şey normal görünüyordu. Anketi yapanlar, ‘Bu işlem sizi kalp krizinden veya ölümden koruyacak mı?’ diye sorduğunda, hastaların yüzde 88’i ‘Evet’ cevabını verdi.
Halbuki aynı soru doktorlarına sorulduğunda, ‘Evet’ diyen doktorların oranı sadece yüzde 15 oldu.
Hastaların anketteki diğer sorulara verdikleri cevapların birçoğu da doktorlarının cevaplarından farklıydı. Bu sonuçlar, hastaların tedavi işlemine doğru bilgi sahibi olmadan onay verdiğini gösteriyor.
Bu çalışma kalp hastaları üzerinde yapıldı. Lakin, diğer alanlarda yapılan benzer araştırmaların sonuçları da çok farklı değil.
Hayal kırıklığı yaratan araştırma sonuçlarının birçok nedeni var. Bu nedenleri bulmak, ortadan kaldırıp hastaların doğru bilgilenmesini sağlamak doktorların sorumluluğu. Bu yolda ilk adımı atmak için biz doktorların kendimizi biraz olsun hastalarımızın yerine koymamız gerekiyor.