Ayasofya’nın statüsüne karar vermek baştan sona Türkiye’nin egemenlik hakkıdır, Yunanistan’ın bu konuda söz söyleme hakkı olamaz. İktidarı sevip sevmemek, egemenlik hakkı kullanımında bir kriter değildir.
Ayasofya’nın bir müze olarak kalmasını istemek, dinsizlik ya da İslam düşmanlığı değildir. Birileri de “Yeterince camii var zaten, Ayasofya müze olarak kalsın” diyebilir.
Ayasofya ibadete açılırsa, laiklik elden gitmez, Ayasofya ibadete açılmazsa din ve vicdan özgürlüğü zedelenmez.
Suudilerin, Mekke’deki Ecyad Kalesi’ni devre mülk yapmak için yıkmasıyla Ayasofya’nın statüsünün değiştirilmesi arasında dağlar kadar fark var. Tartışmalarda “Biz de Suudiler gibi mi davranacağız?” demek saçmalamanın daniskasıdır.
“Ayasofya cami olmazsa, İstanbul da Türkiye’ye ait olmaz” demek de bir başka saçmalama biçimidir. İstanbul 29 Mayıs 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 5 yıllık işgal dışında hep bizim oldu. Aksini iddia etmek, o da bir başka saçmalık...
Çare sefertası
Ofisler tekrar açıldı, paket siparişler yeniden başladı ama hayat normale dönmedi.
Marttaki fiyatlarla hazirandaki fiyatlar arasında dağlar kadar fark var.
Özellikle de döner, lahmacun, Adana-Urfa dürüm gibi sık sipariş edilen ürünlerin fiyatları artmış.
Mesela lahmacunu 10 liradan 13 liraya çıkarmış bir yer, bir başkası martta 150 gram döner sattığı fiyata şimdi 120 gram döner satıyor, 1 kilogram dondurma fiyatı her yerde 1 kg kıymayı geçmiş, biraz marka dondurmanın kilosu 3 kg kıyma fiyatına gelmiş, sütlü tatlılar porsiyonu da yarım kilo kıyma fiyatına gelmiş.
Rekabet kurallarını hiçe sayarak tüm işletmelerin aynı anda zam yapması Ticaret Bakanlığı’nı alakadar ediyor ama vatandaş da çaresiz değil.
İşçinin üretimden gelen gücü varsa, öğle yemeğini dışarıdan yiyen çalışanın da tüketimden gelen gücü var.
Çok değil bir hafta herkes sefertası taşıma zahmetine katlansa, fiyatlar normal seviyesine döner hemen.
Yaşasın öğle yemeğini dışarıda yiyen personelin sefertası taşıma hakkı, yaşasın tüketimden gelen güç...
Gandhi denen ırkçı
İngiltere’nin efsane Başbakanı Churchil Hintliler için, “Hayvan gibi bir dine sahip, hayvan gibi bir halk” demişti.
Bir sağlık emekçisinin gözünden
Aşağıda okuyacağınız satırlar bir sağlık emekçisine ait.
Ailesini özleyen, asosyal bir yaşam sürmek zorunda kalan, halimize bakıp gözleri dolan bir sağlık emekçisi o.
“...Sokaklarda hayat tamamen normale dönmüş gibi ve bu kurallara bir tek biz sağlıkçılar dikkat ediyoruz sanırım. Her şey bir an önce bitsin ki ailemizi görebilelim, sarılabilelim. Uzun zamandır memlekete gidemiyorum, ailemi göremiyorum. Son 3 ayda iş ve ev hariç hiç kimseyle görüşmüyorum ki virüsü kimseye bulaştırmayayım. İzinlerimiz 1 Temmuz’da açılacak, vakalar artıyor, o yüzden iptal edilme olasılığı yüksek. Bizler bu kadar fedakârlık yaparken insanların vurdumduymazlığı ağlama noktasına getiriyor açıkçası...”biz
Tek soru
Bülent Ersoy’un Kuaförüm Sensin programında jüri üyesi olması,
Ağustos sonu başlayacak telafi eğitiminden, içeriğinden, okullarda işlenecek derslerden, 10 kat daha fazla haber oldu.
Ekran ne zamandan beri çocuklarımızdan, dünyada en değerli varlığımız diye tanımladığımız çocuklarımızdan daha önemli oldu?